Deniz Parlak

Marksist feminizm, kadınların özgürleşmesi sorununu Marksist teoriyi içeren ve genişleten bir perspektifle kurarak öncelikle kapitalizm temelinde ele almakta, bu koşullarda toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin nasıl yeniden üretildiği sorusuna odaklanmaktadır. Genel bir ifadeyle, kadınların özgürleşmesinin ve kurtuluşunun, özel mülkiyetin ve sınıf mücadelesinin var olduğu kapitalist toplumun bütünüyle dönüşümü ile mümkün olacağı iddia edilmektedir.

Kadınların özgürleşmesi sorunu 19. yüzyılın ortalarından itibaren toplumsal kurtuluş bağlamında Avrupa sosyal demokratlarının[1] tartışma konularından biri olmuştur. Marksist feminizmin erken yılları sayılabilecek bu dönemden itibaren, kapitalist üretim tarzında kadınların ücretli emekten dışlanmaları ve hane içi üretimde üstlendikleri yeniden üretim süreçleri, kadınların özgürleşmesi sorununda mücadele alanlarıdır. Bu mücadeleyi veren Marksist feminizmin öncüleri Eleanor Marx, Clara Zetkin, Emma Ihrer ve Adelheid Popp, kadınların seçme ve seçilme hakkı da dâhil politik örgütlenme haklarını 1891 gibi erken bir tarihte II. Enternasyonel’de savunmuş; ayrıca işçi sınıfı hareketi içinde yer alan kadınların delege olarak daha fazla katılımı ve onlara özel kontenjan tanınmasını da kabul ettirmişlerdir (Foster, 1955).  Böylece “Kadınlar da üretenler gibi kendi kurtuluşlarının öznesi olmalılar […] ama ne kadınlar erkeklerden medet ummalı, ne de işçiler orta sınıftan” diyen ve kadınları devrimci öznenin parçası sayan bir feminist söylem ortaya çıkmıştır (E. Marx ve Aveling, 1886). Marksist feminizm 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında etkili olduğunda, Clara Zetkin, Eleanor Marx, Rosa Luxemburg, Aleksandra Kollontay önde gelen isimler olmuştur.

Marksist feminizm, kapitalizmin koşulları altında kadınların kurtuluşunun nasıl mümkün olacağı sorusuna cevap ararken klasik Marksist kurama başvurmaktadır. Buna göre insanlığın tarihsel ve toplumsal değişiminin materyalist bir yöntemle üretim tarzlarındaki değişimi anlayarak analiz edilebileceğini ve insanın özgürleşmesinin ancak sınıfsız, sömürüsüz komünist bir toplumun kuruluşuyla gerçekleşebileceğini savunmaktadır. Sözü geçen çerçevede, diğer toplumsal birimler gibi cinsiyetler arası ilişkiler ve aile, üretim tarzlarındaki değişim nedeniyle farklılaşmış ve özellikle kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte kadınlar toplumsal olarak ikincilleştirilmişlerdir. Marx ve Engels’in erkek egemenliğinin özel mülkiyetin geliştiği belirli tarihsel koşulların ürünü olduğunu savunmaları, Marksist feminizme temel oluşturmuştur. Marx 1880-1882 yılları arasında tuttuğu günlüklerde (2013), toplumsal anlamda ilk iş bölümünün kadınlar ve erkekler arasında başladığını ortaya koymaktadır. Marx’ın notlarından faydalanarak yazdığı Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (1884) adlı eserinde ise Engels, sınıf öncesi toplumların özgür ve eşit üretici kadınlarını erkeğe tabi kılanın, erkeklerin sahip olduğu özel mülkiyet ve bunu yeniden üreten aile olduğunu savunmaktadır. Buna göre kullanım için üretim, zamanla erkeklerin mübadele için üretim yapmasına dönüştükçe, kadınlar ev içinde özel alanı idare etmesi beklenen ikincil varlıklara dönüşmüştür (Engels, 2012: 85). Dolayısıyla Martha E. Gimenez’in sözünü ettiği gibi (1975: 76-77), Marksist feminizm için kadınların ezilmesi, bir yandan eşitsiz kadın-erkek ilişkisinde gizliyken, diğer yandan toplumsal mücadele konusudur.

Marksist feministler kadınların toplumsal olarak ikincilleştirilmelerini emek ilişkisi üzerinden açıklamaktadır. Zira Marx ([1867] 2011) emek-değer kuramında, kapitalizmde yalnızca fiili üretim sürecinde değer yaratan emeği, üretken emek olarak ele alır. Dolayısıyla klasik Marksizm, kapitalizmi analiz ederken yalnızca ücretli emeği dikkate almış, hane içindeki karşılığı ödenmeyen kadın emeğini göz ardı etmiştir.    Michelle Barrett (1988), Marksist feministlerin tarihsel materyalizmin üretim ve yeniden üretim süreçlerini analiz ederken eksik bıraktığı cinsiyet ilişkilerinin bu analize katkısını anlamaya çalıştıklarından söz etmektedir.

Çeşitlilikleri barındırmasına rağmen genel hatlarıyla modern Marksist feminizm, 1960’larda bütün canlılığı ile başlayıp 80’lerde ve 90’larda devam etmiş, günümüzde ise farklı perspektifler kazanmıştır. Marksist feminist yaklaşım, kadınların ikincilleştirilmesinin ilk kez kapitalizmle gerçekleşmediğini kabul etmekle birlikte, bu sömürünün artışını kapitalizmin yükselişiyle açıklamaktadır. Dolayısıyla ataerkil ilişkilerin kapitalizmle iç içe geçmesinin önemini ortaya koyarken, yine kapitalizmi önceleyerek, ataerki ve kapitalizm arasındaki kaçınılmaz çıkar birliğine vurgu yapmazlar. Marksist feminist tartışmalar kadınların ayrı bir sınıf oluşturup oluşturmadığı, ev içi emek ve bunun kapitalizme katkısı, ailenin ideolojik toplumsallaşmadaki rolü tartışmalarına yoğunlaşmaktadır. Bir yandan Nancy Holmstorm (1981) gibi kimi Marksist feministler kadınların ayrı bir sınıf oluşturmadığını, kadınların tek bir sınıf olarak değerlendirilmesinin onlar arasındaki sınıf farklılıklarını da göz ardı edeceğini savunmaktadır. Diğer yandan Margaret Benston’a göre (1969), kadınlar her şeyden önce ev içi üretimleri ile üretici bir sınıftır ve kadınlar bu ağır ev içi görevlerden kurtulmadığı sürece tek başına işgücüne katılımlarının sağlanması sadece çifte iş yükü anlamına gelecektir. Bu nedenle ev içi üretimin toplumsallaşmasını önerir. Benston’dan farklı olarak Mariarosa Dalla Costa ile Selma James (1973) gibi bazı Marksist feministler ev içi üretimin toplumsallaşmasını değil, iş olarak kabul edilip ücret ödenmesini talep etmektedir.  Ev içi emek tartışması genel olarak hane içinde karşılığı ödenmemiş emeğin ne ürettiği, ev içi emeğin üretken olup olmadığı ve ücretin ne olduğu, ne için ödendiği tartışmalarına yoğunlaşmıştır (Vogel, 1981). Vogel, ev kadınlarının yabancılaşmamış emek deneyimlerinin yabancılaşmış emeğin eleştirisinde kritik bir bilinç sağladığını öne sürmektedir. Eli Zaretsky (1976) kapitalizm ve yabancılaşmamış mekân tartışması kapsamında bir çıkarımla, toplumsal emeğin şeyleştiği kapitalist üretimde, tek kişisel ve öznel var olma alanı olarak kalan evde, kadınlara yeni bir duygusal ve psikolojik görev de yüklenildiğinden söz etmektedir.

Marksist feminist yaklaşım, analizlerini yalnızca Marksizm’in temel ilkeleriyle açıklamakla ve soyut, indirgemeci bir yaklaşımla ekonomi-politiğin perspektifinden çıkamamakla eleştirilmektedir. Heidi Hartman (1979), Marksizm ile feminizm arasındaki bu ilişkiyi yalnızca Marksizm’in sözünün geçtiği mutsuz bir evliliğe benzetir. Çünkü ona göre feminist mücadele daha önemli görülen kapitalizmin sönümlenmesi mücadelesinin yalnızca içine yerleştirilmekte, sınıfsal sömürüyü birincil sayan Marksist feminizm kadın-erkek ilişkisini gözden kaçırmaktadır. Marksist feminizmin bu bakış açısının patriyarkanın hüküm sürdüğü etnik ayrımcılık, renkli kadınların (“women of color”) toplumsal konumları ve radikal feministlerin vurguladıkları cinsellik gibi alanların ihmal edilmesine neden olduğu iddia edilmektedir. 1960’lardan sonra gelişen sosyalist feminizm ile keskin bir ayrışmadan söz edilemezse de, esas mesele kadın mücadelesinde sınıf kavramının yanı sıra “cinsiyet körü” olmadan, ataerkil güç ve iktidar ilişkilerini de açıklayıcı bir kuram arayışıdır. Marksist feministlerin ayırt edici özelliği, kapitalizm koşullarında kadınların sınıfsal konumlarına göre yaşadıkları baskının değiştiği ve bunun sınıf ilişkileriyle anlaşılabileceği iddiasıdır. Bu noktada ailenin kapitalizmle ilişkisi, ev içi üretimin değersizleştirilmesi ve kadınların üretim sürecinde “yedek işgücü” olarak görülmesi tartışmalarına katkıda bulunmuşlardır. Sonuç olarak, Marksist feministlerin katkısıyla, Marksizm ve feminist düşünce arasında kurulan sentez “her türden baskı ve sömürü biçimine yönelik etkin bir karşı çıkış için gerekli”dir (Mojab, 2018: 41-42).

 

Kaynakça

Benston, M. (1969). The Political Economy of Women’s Liberation.  Montly Review, 21 (4), 13-27.

Costa, M. D. ve James, S. (1973). The Power of Women and Subversion of the Community. Bristol: Falling Wall Press.

Marx, E. ve Aveling, E. (1886). The Women Question. Wesminister Review, https://www.marxists.org/archive/eleanor-marx/works/womanq.htm (Erişim tarihi: 06.04.2020).

Engels, G. (2012). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, (K. Somer, Çev.) (16. Baskı). Ankara: Sol.

Foster, W. (1955). History of the Three Internationals: The World Socialist and Communist Movements from 1848 to the Present. New York: International Publishers.

Gimenez, M. E. (1975). Marxism and Feminism. Frontiers: A Journal of Women Studies, 1 (1), 61-80.

Hartman, H. I. (1979). The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism: Towards a more Proggresive Union. Capital&Class, 12 (2), 1-33.

Holmstrom, N. (1981). ‘Women’s Work’: The Family and Capitalism. Science&Society, 45 (2), 186-221.

Marx, K. (2011). Kapital, 1. Cilt, (M. Selik ve N. Satlıgan, Çev.). İstanbul: Yordam.

Marx, K. (2013). Etnoloji Defterleri, (K. Tanrıyar, Çev.). İstanbul: Hil.

Mojab, S. (2018). Giriş: Marksizm ve Feminizm. S. Mojab (Haz), Marksizm ve Feminizm (F. Hülagü, Çev.) içinde (s. 11-46). İstanbul: Yordam.

Vogel, L. (1981). Marxism and Feminism: Unhappy Marriage, Trial Separation or Something Else? L. Sargent (Ed.), Women and Revolution: A Discussion of Unhappy Marriage of Marxism and Feminism içinde (s. 195-217). Montreal: Black Roose Books.

Zaretsky, E. (1976). Capitalism, the Family and Personal Life. New York: Harper.

 

[1] 19. Yüzyılın ikinci yarısında Marksistler ve devrimci sosyalistler Avrupa’nın sosyal demokrat partilerinde örgütlüydüler. Sosyal demokrasi hareketi bu dönemde onları da kapsıyordu.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 16.04.2021

 

Leave a Reply