Aylin Türer

Ulusötesi aileler (transnational families) kavramı, yaşamlarının en azından bir bölümünde mekânsal olarak ayrı, en az iki farklı ülkede yaşayan ve ulusal sınırlara rağmen kolektif refah, ortak sorumluluk ve birlik duygusuna sahip ve birbirleriyle bağlarını sürdürebilen aileleri ifade eder (Bryceson ve Vuorela, 2002: 3). Bu bakımdan ulusötesi aileler sadece kan bağına sahip aile üyeleri veya sabit varlıklar olarak değil, daha çok duygusal ve maddi destek ağlarını içeren, ulusötesi bir ilişkiselliğe sahip, çeşitli sosyo-kültürel süreçlerin etkileşiminde yer alan topluluklar olarak düşünülebilir.

Ulusötesi aileler yeni bir olgu olmayıp (Schmalzbauer, 2004: 1318) Avrupa’da ulus-devletlerin oluşumuyla birlikte ortaya çıkmıştır. 16. yüzyılda, Amerika’da ve daha sonra Asya’nın bazı bölgelerinde Avrupa sömürgeciliğinin başlamasıyla birlikte, hanedan evlilikleri veya tüccar sınıfı arasındaki evlilikler yoluyla, birbirleriyle bağlarını koruyabilen elit ulusötesi aileler oluşmuştur.[1] 19. yüzyılda binlerce Avrupalının iş bulmak umuduyla Amerika’ya göç ettiği dönemde aile içi iletişimin ve aktarılan bilginin “zincirleme göçü” teşvik ettiği bilinmektedir. I. Dünya Savaşı sonrası, Avrupa’da yükselen faşizm ve kitle hareketleri üzerinde artan siyasi kontrol, ulusötesi göçü sekteye uğrattığı gibi ulusötesi aile bağlarını da olumsuz yönde etkilemiştir (Bryceson 2002: 32-37).

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Kuzey Avrupa ülkeleri, iş gücü açığı nedeniyle giderek daha fazla göç almış ve bu, ulusötesi ailelerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Vasıfsız işçi göçünün yoğunlaştığı bu dönemde çoğunlukla erkek ve az sayıda kadın işçi göç sürecine katılmıştır (Toksöz, 2021: 14). 1973’teki petrol krizinin ardından Avrupa’daki çoğu ülkede işçi alımı neredeyse durmuş, ancak “aile birleşiminin” yasallaşmasıyla ‘misafir’ işçilerin aileleri bu ülkelere göç etmeye devam etmiştir (GAR, 2021: 12). Göçmen kabul eden Avrupa ülkelerinde aile tanımı eş ve 18 yaş altı çocukları kapsamakla birlikte, bazı durumlarda yaşlı akrabalar ve diğer aile üyelerini de içerecek şekilde genişletilmiştir (Bryceson, 2002: 39). Aile birleşimine dayalı bu göç akışında kadınların varlığı önemli ölçüde artmıştır.

1990’lar ve 2000’lerden bu yana ulusötesi aileler, neoliberal küreselleşme ile birlikte coğrafi olarak dünya çapında yayılmıştır (Bryceson, 2022: 120). Sermayenin serbest akışı, ekonomik ve siyasi yoksunluklar sonucu artan kitlesel işgücü göçü ve göçün kadınlaşması (Kofman, 1999) ulusötesi ailelerin oluşumunu yeni biçimlerde teşvik etmiştir. Bu dönemde küresel üretim süreçlerinin yanı sıra, küresel toplumsal yeniden üretim süreçleri de yeniden şekillenmiştir. Neoliberal devletler, işgücü piyasasında finansallaşma, özelleştirme ve güvencesizleştirme gibi politikaları desteklerken, sosyal refah sorumluluklarından geri çekilmiş ve toplumsal yeniden üretim alanını aileye bırakmıştır (Menchavez, 2018: 199).

Ulusötesi aile çalışmalarının son 20 yıllık gelişimi, bu alanda toplumsal cinsiyet perspektifinin temel alınması gerektiğini ortaya koyar (Ducu, 2018: 191). Daha önce ana akım göç araştırmalarında görünür olmayan kadınlar, 1990’lı yıllardan itibaren feminizm ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının etkisiyle göç sürecinde erkeklere “eşlikçi” olmaktan ziyade özne olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bu dönemde geliştirilen kavramlardan biri göçmen anneler ve evde bıraktıkları çocukları arasındaki ilişkiye odaklanan ulusötesi anneliktir. Ulusötesi annelik literatürü (Parrenas, 2015; Erel, 2002) kadınların hem aktif göçmenler hem de ulusötesi “anneler” olarak çifte rollerini, duygusal emeğini, “suçluluk” duygularını, fedakarlıklarını ve yaşadıkları acıları öne çıkarması açısından önemlidir. Öte yandan özellikle bakım perspektifiyle ilgili olarak babalar, diğer aile üyeleri ve geride kalan çocuklar üzerine sınırlı sayıda araştırma bulunması (Dreby, 2010; Shih, 2016: 5-6), literatürde toplumsal cinsiyet temelli bir yaklaşımın eksikliğine işaret eder.

Ulusötesi annelik literatürüne paralel olarak gelişen ulusötesi aile çalışmalarının, aile kavramını inceleyen önceki araştırmalara ve özellikle de feminist yaklaşımlara[2] entelektüel bir borç taşıdığı belirtilmelidir (Mahler vd., 2015: 101). Ulusötesi aile çalışmalarıyla birlikte aileler, ulus-devlete paralel ataerkil yapılardan ziyade coğrafi sınırları aşan toplumsal birimler olarak ele alınmıştır. Diasporik ve ulusal kimlikler gibi aile kimliklerinin ve akrabalık ilişkilerinin de zamana ve uzun mesafelere rağmen korunabildiği gösterilmiştir (Reisenauer, 2018: 116). Bu çalışmalarda aileye üyeliğin bir tercih ve müzakere konusu olabileceği vurgulanır. Ulusötesi aile üyeleri, ‘aile olma’ (doing family) (Morgan, 2011) pratikleri aracılığıyla aileye aidiyetlerini yaratır, müzakere eder ve yeniden teyit eder. Diğer birçok ana akım olmayan aile türünde (tek ebeveynli ve lezbiyen veya gey aileler) olduğu gibi, ulusötesi aileler de kendilerini sıklıkla sorgula(n)mış bulurlar ve bu nedenle “aile” olduklarını göstermek isterler (Finch, 2007’den akt. Ducu, 2018: 194). Bu bakımdan, ulusötesi aileleri kesişimsel ve feminist bir perspektiften ele almak, yani analiz ölçekleri arasına toplumsal cinsiyet, sınıf, etnik köken, ırk, kültür ve ulusun kesişim noktalarını eş zamanlı olarak dahil etmek elzem görünmektedir (Mahler vd., 2015: 109).

Ulusötesi ailelerdeki ilişkilerin analizinde bakım kavramı kilit bir unsurdur. Uluslararası toplumsal yeniden üretimin iş bölümü ve küresel bakım zincirleri (Hochschild, 2000) gibi kavramlar küresel bakım hareketlerini, çoğunlukla göçmen bir ev işçisini içeren bir kadın zinciri boyunca Güney’den Kuzey’e tek yönlü bir hareket olarak kavramsallaştırdığı için eleştirilmiştir (Baldassar ve Merla, 2014: 26). Gidenler ile evde kalanlar arasında bir ayrımı varsayan bu bakım kavramı, ilk zamanlarda ulusötesi aile araştırmalarının temelini oluşturur. Benzer şekilde, ulusötesi annelik literatürü de (Parrenas, 2015; Dreby, 2010), bakımın metalaşmasını analiz ederek küresel ekonomi politiği feminist bir perspektiften görmeyi önerse de, Küresel Güneyden gelen göçmen kadınlara annelik bakımı transferini doğrusal bir süreç olarak betimlediği şeklinde eleştiriler almıştır (Baldassar ve Merla, 2014: 27).

Ulusötesi göç çalışmalarıyla birlikte, göçmen olmayan aile üyelerinin ulusötesi aile analizlerine dahil edilmesi bakım pratikleri açısından çok aktörlü süreçlere işaret eder. Ulusötesi aile çalışmalarında son yıllarda, annelerin yanı sıra büyükanne-büyükbaba, erkek ve kız kardeş, yeğen gibi akrabalar da ulusötesi bakım süreçlerine dâhil edilmiştir. Ulusötesi bakım verme tek yönlü değil, ulusötesi aile ağının tüm üyelerini içeren, çok yönlü, asimetrik ve karşılıklı bir pratik olarak “bakım dolaşımı” kavramıyla ele alınmıştır (Baldassar ve Merla, 2014: 25). Bu kavram, bakımın göç edenler ve kalanlar arasındaki ortak ilişkisini vurgular. Aile üyeleri birbirlerinden uzakta olsalar bile iletişim teknolojileriyle birbirlerini maddi, manevi ve duygusal olarak destekleyebilmektedir. Bu elbette bakımın ulusötesi aile ağları arasında eşit olarak dağıldığı anlamına gelmez.

Ulusötesi aile üyeleri arasında değişen roller ve bakım pratiklerine dair feminist yaklaşımlar arasında da farklılıklar vardır. Bir kısım literatür, ulusötesi aile üyeleri arasındaki müzakereler yoluyla gelişen yeni bakım pratiklerinin toplumsal cinsiyet rollerine meydan okuduğunu savunur. Örneğin, New York’ta yaşayan Filipinli göçmenler ve onların Filipinler’de yaşayan ailelerinin bakım stratejilerine odaklanan Menchavez (2018), göçmen annelerin hanede daha önce olmadıkları şekilde “evi geçindiren” ve karar verici kişiler haline geldikçe geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin değiştiğini vurgular. Aynı şekilde, Türkiye’den Almanya’ya gelen kadınların çocuk bakımına yönelik çoklu düzenlemelerini incelediği çalışmasında Erel (2002), cinsiyetlendirilmiş annelik rollerini eleştirirken kocalarının yokluğunda bağımsızlığını kazanan kadınlardan bahseder.

Göçün, ulusötesi ailelerdeki geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini dönüştürdüğü kabul gören bir yaklaşım olsa da bunun her zaman kadınların lehinde sonuçlandığını söyleyemeyiz. Nitekim ekonomik açıdan toplumsal cinsiyet rolleri tersine dönse bile bu, kadınların bakım yüklerinden veya cinsiyetlendirilmiş annelik rollerinden tümüyle feragat ettikleri veya erkeklerin bu alanda sorumluluk aldığı anlamına gelmez. Göçün, ulusötesi aileler içindeki cinsiyetçi rolleri derinleştirdiğine (Parrenas, 2005) dair örnekler oldukça fazladır. Örneğin Chavez vd. (2023: 703), eşleri çalışmak için ABD’ye göçen Meksikalı göçmen olmayan kadınların bu süreçteki duygusal emeğinin eşitsizliği pekiştiren son derece cinsiyetçi bir durum olduğunun altını çizer. Çalışmanın başka bir bulgusu, göç sürecinde erkeklerin ekonomik gelir sağlayıcı, kadınların ise bakıcı olarak aile yaşamının merkezi bir parçası olmaya devam ettiğidir. Romanyalı ulusötesi ailelerin ilişkilerini inceleyen Ducu (2018: 197), iki uluslu çiftlerde bile milliyetine bakılmaksızın kadınların ulusötesi iletişimden sorumlu olduğunu, diğer yanda ise kaç uluslu olduğu fark etmeksizin ulusötesi ailelerde, özellikle çocuk varsa, her durumda kadınların sosyal statülerini kaybettiğini veya (eğer çalışıyorlarsa) vasıfsızlaştığını vurgular. Ulusötesi ailelerde eşitsiz güç ilişkileri ve yeniden üretilen cinsiyetçi roller (Dreby ve Adkins, 2010) üzerine bu örnekler çoğaltılabilir, ancak bu kadarı bile ulusötesi aile literatüründe neden toplumsal cinsiyet temelli bir perspektifin geliştirilmesi gerektiğini ortaya koyar.

Özetle, göç, emek ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının kesişiminde yer alan ulusötesi aile, görece yeni, çok yönlü ve gelişmeye açık bir kavram olarak karşımıza çıkar.

 

Kaynakça

Baldassar, L., Baldock, C. V. ve Wilding, R. (2007). Families Caring Across Borders: Migration, Ageing and Transnational Caregiving. London: Palgrave Macmillan.

Baldassar, L. ve Merla, L. (2014). Transnational Families, Migration and the Circulation of Care: Understanding Mobility and Absence in Family Life. UK: Routledge.

Baldassar, L., Kilkey, M., Merla, L. ve Wilding, R. (2014). Transnational Families. J. Treas, J. Scott ve M. Richards (Ed.), The Wiley-Blackwell Companion to the Sociology of Families içinde (s. 155–175). New Jersey: Wiley.

Bryceson D. F. (2002). Europe’s Transnational Families and Migration: Past and Present. D.F. Bryceson ve U. Vuorela (Ed.), The Transnational Family: New European Frontiers and Global Networks içinde (s. 31-59). Oxford: Berg Publishers.

Bryceson, D. F. ve Vuorela, U. (2002). Transnational Families in the 21st Century. D. F. Bryceson ve U. Vuorela (Ed.), The Transnational Family: New European Frontiers and Global Networks içinde (s. 3-30). Oxford: Berg Publishers.

Bryceson, D. F. (2022). Transnational Families and Neo-Liberal Globalisation: Past, Present and Future. Nordic Journal of Migration Research, 12(2), 120-138.

Chávez, S., Paige, R. ve Edelblute, H. (2023). Emotion Work and Gender Inequality in Transnational Family Life. Journal of Family Issues, 44(3), 703-724.

Dreby, J. (2010). Divided by Borders: Mexican Migrants and Their Children. Berkeley: University of California Press.

Dreby J. ve Adkins T. (2010). Inequalities in Transnational Families. Sociology Compass, 4(8), 673–689.

Ducu, V. (2018). Afterword: Gender Practices in Transnational Families. V. Ducu, M. Nedelcu, M. ve A, Telegdi-Csetri. (Ed.), Childhood and Parenting in Transnational Settings. International Perspectives on Migration içinde (s. 191-204.). Berlin: Springer.

Erel, U. (2002). Reconceptualizing Motherhood: Experiences of Migrant Women from Turkey Living in Germany. D. F. Bryceson ve U. Vuorela (Ed.), The Transnational Family: New European Frontiers and Global Networks içinde (s. 127-146). Oxford: Berg Publishers.

GAR (Göç Araştırmaları Derneği) (2021). Almanya Türkiye arasındaki İşgücü Göçünün Altmışıncı Yılı Üzerine bir Değerlendirme: “İyi ki buradayız!”. İstanbul: Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği.

Hochschild, A. R. (2000). Global Care Chains and Emotional Surplus Value. W. Hutton ve A. Giddens (Ed.), On the Edge: Living with Global Capitalism içinde (s. 130-146). London: Jonathan Cape.

Kofman, E. (1999). Female “Birds of Passage” a Decade Later: Gender and Immigration in the European Union. International Migration Review, 33(2), 269-299.

Mahler, S. J., Chaudhuri M. ve Patil V. (2015). Scaling Intersectionality: Advancing Feminist Analysis of Transnational Families. Sex Roles, 73(3), 100-112.

Menchavez, V. F. (2018). The Labor of Care: Filipina Migrants and Transnational Families in the Digital Age. Champaign: University of Illinois Press.

Morgan, D. (2011). Rethinking Family Practices. London: Palgrave Macmillan.

Parrenas, R. S. (2000). Migrant Filipina Domestic Workers and the International Division of Reproductive Labour. Gender and Society, 14(4), 560-580.

Parrenas, R. S. (2005). Children of Global Migration: Transnational Families and Gendered Woes. Stanford University Press: Stanford, CA.

Parrenas, R. S. (2015). Mothering from a Distance: Emotions, Gender, and Intergenerational Relations in Filipino Transnational Families. Feminist Studies, 27(2), 361-390.

Parrenas, R. S. (2015). Servants of Globalization: Migration and Domestic Work (2nd Edition). California: Stanford University Press.

Reisenauer, E. (2018). Distant Relationships in Transnational Families and Kinship Networks: The Case of Turkish Migrants in Germany. I. Crespi, S. G. Meda, L. Merla (Ed.), Making Multicultural Families in Europe Gender and Intergenerational Relations içinde (s. 109-126). Londra: Palgrave Macmillan.

Schmalzbauer, L. (2004). Searching for Wages and Mothering from Afar: The Case of Honduran Transnational Families. Journal of Marriage and Family, 66(5), 1317-1331.

Shih, K. Y. (2016). Transnational Families. C. L. Shehan (Ed.), Encyclopedia of Family Studies içinde (s. 1-7). New York: Wiley Blackwell.

Toksöz, G. (2021). Emanet Emek: Göç Yollarında Kadınlar. Ankara: Dipnot.

[1] 16. ve 18. yüzyıllar arasında, sınıfsal yelpazenin diğer ucunda, Amerika’ya 11 ile 13 milyon kölenin göç ettirildiği tahmin edilmektedir. Ancak köle ticareti insan karşıtı olmasının yanı sıra aile karşıtı da olduğu için aile üyelerini birbirine bağlamak yerine, zorla ve geri dönülemez bir şekilde birbirinden ayırmıştır. Bu sebeple Bryceson (2002, 32-3) Transatlantik köle ticaretiyle birbirinden koparılmış aileleri, ulusötesi aileler kavramı içerisinde değerlendirmez.

[2] Aile ilişkilerini feminist bir perspektiften inceleyen bazı araştırmaların derlemeleri için bkz. Allen, K. R. ve Jaramillo-Sierra, A. (2015). Special Issue: Feminist Perspectives on Family Relationships, Sex Roles, 73(3-4); — (2016a). Feminist Perspectives on Family Relationships: Part 2, Sex Roles 74(11-12); — (2016b). Feminist Perspectives on Family Relationships: Part 3, Sex Roles 75(1-2).

 

Yayınlanma Tarihi: 05.04.2024

Leave a Reply