Patriyarka kavramı feminizmin ikinci dalgasının başlarından itibaren çeşitli biçimlerde tartışılageldi. Gerek kavramın nasıl kullanılması gerektiği konusunda gerekse bizzat kullanılmasındaki sorunlara ilişkin çeşitli fikirler ileri sürüldü, sürülmeye de devam ediyor. Başlangıçta özellikle Kate Millett ve Shulamith Firestone’un kullandığı şekliyle patriyarkaya itiraz kimi sosyalist feministlerden geldi: Patriyarka ya geçmişte kalmış bir ilişki biçimini, salt baba otoritesini ifade eden bir kavramdı; ya da bugüne ilişkin olarak kullanıldığında ise tarih-aşırı bir nitelik yüklenmiş oluyordu kavrama. Günümüzde de özellikle çeşitli Marksist/sosyalist feministler bunun gibi ve başka gerekçelerle eleştirir patriyarka kavramını: Bazılarının gözünde patriyarka adeta erkeklerin tarih-aşırı bir egemenlik güdüsü olarak varsayılmaktadır; başkaları ise patriyarkanın bir sistem olarak tahlil edilememiş olduğunu ileri sürer.

Buna karşılık kimi feministler patriyarka kavramını bütün itirazlara rağmen kullanmakta yarar görmektedir. Bu feministlerin patriyarkadan ne anladığına baktığımızda, patriyarka kabaca iç bağlantıları olan bir toplumsal bütün, erkek egemenliğini üreten ve yeniden üreten bir toplumsal ilişkiler bütünü olarak ele alınır. Christine Delphy gibi kimileri bu bütünü bir üretim tarzı temelinde tahlil eder; birçok feminist ise başlıbaşına bir üretim tarzına dayanmayan, farklı üretim tarzlarıyla eklemlenmiş olarak varolan, kadın emeğinin ve bedeninin erkekler tarafından denetlendiği, cinsiyete dayalı işbölümünü içeren, cinselliğin ve doğurganlığın kadınların iradesine rağmen düzenlendiği, kadınların toplumun çeşitli alanlarından dışlandığı ya da buralara eşit olmayan erişiminin olduğu ve erkek şiddetiyle sürdürülen bir sistem olarak tahlil eder patriyarkayı. Bu anlatımda öne çıkan nokta, belirli bir üretim tarzıyla karakterize edilmeyen bir toplumsal sistemden söz edilebileceği kabulüdür; yeter ki o sistemin kendi iç dinamikleri, eğilimleri olsun ve farklı üretim tarzlarıyla bağlantıları içinde açıklanabilsin.

Patriyarka kavramını kullanmakta ısrar etmek için çok güçlü nedenler gösterilebilir. İlkin erkek egemenliğinin psikolojik, güdüsel, öznel, ideolojik bir olgudan ibaret olmayıp, köklü ve yapısal bir nitelik taşıdığını ortaya koymayı sağlar patriyarka kavramı. Ayrıca yine bu egemenliğin sistemik ve yaygın olduğunu göstermeyi mümkün kılar. Öte yandan da kadınların ezilmesinin farklı veçhelerinin birbirleriyle bağlantıları içinde tahlil edilmesinin önünü açar. Bunların ötesinde erkek egemenliğinin tarih içindeki sürekliliğini ve bu sürekliliğin büründüğü farklı somut biçimleri kavramlaştırmamıza olanak sağlar, bir anlamda süreklilik – kopuş/ değişim diyalektiği içinde erkek egemenliğini dönemleştirmenin araçlarını sunar. Örneğin kadın bedenine ilişkin algıların tarih içindeki serüvenini, diyelim ortaçağ patriyarkası ile kapitalist patriyarka arasında farklılaşan ve sürekliliğini koruyan denetleme biçimlerini görmemizi sağlar.

Patriyarka kavramını farklı üretim tarzlarıyla bağlantılı olarak, bunların arasındaki ilişkiyi kavramlaştırarak kullanmak ise kavramın tarihselleştirilmesinin ve somutlaştırılmasının olmazsa olmaz koşuludur. Farklı üretim tarzlarına tekabül eden dönemlerde ve aynı dönemde farklı üretim tarzları altında farklı türden patriyarkal ilişkiler olduğu söylenebilir. Üretim tarzları arasındaki değişimler, bir üretim tarzından diğerine geçiş patriyarkanın biçiminde değişikliklere yol açar, ama onu ortadan kaldırmaz. Patriyarkanın kendi dinamikleri ve dirençleri onun ayakta kalmasını mümkün kılar.

Öyleyse anlatımızı biraz daha tarihselleştirip somutlaştırarak patriyarka – kapitalizm ilişkisine gelelim. Patriyarka kapitalizmden çok daha eskilere dayanan bir toplumsal ilişkiler bütünüdür. Kapitalizm de tarih içinde, mevcut toplumsal ilişkiler içinde oluşmuş bir üretim tarzıdır. Kendi özgül dinamik ve karakteristiklerini belli kopuşlarla sağlamış ama boşlukta ortaya çıkmamıştır: Patriyarkanın toprağında, onu devralıp dönüştürerek gelişmiştir. Kuşkusuz kapitalizm devrimci ve dönüştürücü potansiyelleri olan bir üretim tarzıdır ve bu niteliğiyle patriyarkayı kendine uyarlamıştır. Ne var ki, patriyarka da bir anlamda kapitalizmin gizli zemini ve onu kendi dışından besleyen bir kaynaktır. Başka bir deyişle kapitalizm patriyarkayla birlikte şekillenmiş ve onun sunduğu bir takım imkanlarla oluşmuştur.

Kapitalizmin ayırıcı özelliklerinden birisi üretimle yeniden üretimin gerek mekansal olarak gerek toplumsal ilişki biçimi bakımından birbirinden ayrı olması, emek gücünün yeniden üretiminin sermaye ilişkisi dışında sağlanmasıdır. Kapitalizmin “özgür” emekçisi olan işçi, yaşamının idamesini ücretiyle satın aldığı geçimlik mallarla aile içinde kendisi sağlar. Ancak emek gücünün sağlıklı bir biçimde yeniden üretilmesi için alınan malların tüketilmeye hazır hale gelmesi, işçinin giydirilip, hijyen koşullarının sağlanması vb. gerekir. Bunu sağlayacak etmenlere ihtiyacı vardır kapitalizmin. İşte patriyarkanın kapitalizme sunduğu tarihsel imkan bu işi karşılıksız emek harcayarak yapacak olan kadınların varlığıdır. Bu, patriyarkanın kapitalizm şekillenirken ona sunduğu bir imkandır çünkü kadınlara uygulanan patriyarkal şiddet ve hem modern hem geleneksel rıza biçimleri, yani bir yandan aşk diğer yandan annelik ideolojisi, namus, vefa anlayışları kadınları bu emeği sunmaya yöneltmiştir tarih boyunca. İşte emekgücünün sermaye ilişkisi ve alanı dışında yeniden üretilmesine dayalı olan kapitalizmin bu anlamda gizli zemini ve onu kendi dışından besleyip sınırlarını çizen etkendir patriyarka. Kapitalizm – patriyarka ilişkisi açıklanırken genellikle kapitalizmin patriyarka üzerindeki etkilerinden söz edilir; kapitalizm aktif, dönüştürücü unsur, patriyarka edilgen, tümüyle tâbi unsur olarak ele alınır. Oysa en azından sözünü ettiğim bağlamda patriyarkanın kapitalizm üzerindeki etkisinden de söz etmek mümkündür. Sanayileşmeyle birlikte kadınlar emek gücü piyasasına çekilip erkek işçilerin sağlıklı bir biçimde kendilerini yeniden üretmelerinin koşulları ortadan kalktığında, burjuvazinin yanı sıra erkek sendikacılar kadınların yeniden eve ve aile içine gönderilmesi için çalışmışlar ve kapitalizmin kökensel biçimine geri dönmesini sağlamışlardır ve bunu kapitalizm öyle istediği için değil, erkek işçilerin çıkarları öyle gerektirdiği için yapmışlardır.

Bu noktada patriyarka ile kapitalizmin bu tarihsel süreç içinde nasıl bir bütün oluşturduğuna bakacak olursak, şunu söylemek mümkündür: Kapitalizmin patriyarkayı devraldığı, tarihsel olarak oluşmuş bu somut bütünün, yani patriyarkal kapitalizmin parça – bütün ilişkisi diyalektik bir ilişkidir. Kendi içinde iki alt bütünü barındıran bu bütünde söz konusu alt sistemler birbiriyle etkileşim içinde, yer yer birbirini besler, yer yer çelişirler, kendi iç dinamikleri ve eğilimleri vardır. İki sistem arasında ne tam bir tâbiyet ilişkisi, ne tam bir uyum, ne de sürekli bir çelişki vardır. Bu, tarihsel döneme göre belirlenen bir değişkendir.

Bu alt bütünlerin birbiriyle etkileşimi ve kendi iç dinamikleri meselesiyle ilgili olarak çok kabaca şu söylenebilir: Kadınların bedenlerinin ve cinselliklerinin denetlenmesi söz konusu olduğunda patriyarkanın iç dinamiklerine bakarak epeyce yol alınabilir. Örneğin patriyarkal tahakküm ve şiddet biçimleri olarak namus, bekâret, tecavüz erkeklerin kadınlar üzerindeki sahipliğine dayalı ilişkiyle açıklanabilir. Bu düzeyde kapitalizmden söz etmeden de kavranabilir bu zorlama ve şiddet biçimleri. Kuşkusuz kapitalizm altında bu tahakküm ve denetleme farklı somut biçimlere bürünür, ek motivasyonlarla belirlenir; ne var ki bu denetleme ve tahakkümün kendisi patriyarkanın tarih içindeki sürekliliğini oluşturur. Örneğin fuhuş tarih içinde bir süreklilik gösterir ve bu erkeklerin cinselliklerini yaşayışlarıyla ilgilidir ama kapitalizmde uluslararası fuhuş ağı olarak çok özgül bir biçime bürünür.

Kadın emeği söz konusu olduğunda ise patriyarkanın ya da kapitalizmin iç dinamiklerinden söz etmek  güçleşir. Kadın emeği patriyarka ile kapitalizmin oluşturduğu diyalektik bütünün tam ortasında yer alır, onun bir bütün olarak deviniminin öncelikli dolayımını oluşturur. Kadınların ev ve aile içinde harcadıkları karşılıksız emek daha önce de söylemeye çalıştığım gibi ancak patriyarkadan hareketle anlaşılabilir. Bu emeğin sermaye ilişkisinden ve kapitalist emek biçiminden ayrı bir emek olması gerekliliğini kapitalizm açıklar belki ama bu emeği harcamaya hazır kadınların varlığını ancak patriyarka açıklayabilir. Patriyarkanın şekillendirdiği karşılıksız emek kadınların patriyarkal kapitalizmin bütünü içindeki emek biçimlerini ve ilişkilerini de belirler: Kadınları karşılıksız emek harcamak zorunda oldukları için iş gücü piyasasına ya çok dezavantajlı olarak çıkabilirler ya da hiç çıkamazlar. Bu dezavantajlı konum onları güvencesiz, düşük ücretli emek biçimlerine ve dolayısıyla bir kez daha aileye mahkum eder. Kadınlar böylece patriyarka ile kapitalizmin birlikte oluşturduğu ücretli/ücretsiz emek kıskacına takılıp kalırlar. Bu kıskaç patriyarkal kapitalizmin kadınları emekleri üzerinden denetlemesinin, tahakküm altında tutmasının ve sömürmesinin ayrıcalıklı biçimidir. Yine bu kıskaç, patriyarkal kapitalizm içinde patriyarka – kapitalizm ilişkisinin ete kemiğe bürünmüş halini verir bize.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 05.01.2021

 

Leave a Reply