Melek Zorlu

Cinsiyet körlüğü, en genel anlamda farklı cinsiyetlere sahip bireylerin toplumdaki farklı rolleri, ihtiyaçları, statüleri ve öncelikleri nedeniyle bir durumdan farklı biçimlerde etkilenebileceklerini göz ardı ederek tüm cinsiyetlere aynı şekilde davranılmasını tanımlamak için kullanılır. Bu tanımlamada açıklık getirilmesi gereken kısımlardan ilki, “tüm cinsiyetlere aynı şekilde davranılması” ifadesidir. Feminist mücadelenin ve queer aktivizminin temel hedeflerinden biri, yasalar karşısında eşitlik ya da genel anlamda eşit yurttaşlıktır. Birinci Dalga Feminizm olarak adlandırılan on dokuzuncu yüzyıldaki Kuzey Amerika ve Batı Avrupa feminizmi eşit haklar mücadelesi üzerine kurulmuştur (eşit oy hakkı, çalışma hakkı gibi). İkinci Dalga Feminizm ise kadına yönelik şiddet, ev işleri, doğum kontrolü, cinsellik ve üreme konularındaki taleplerle dönüştürücü politikalar benimsemiştir. Dolayısıyla feminizm esas olarak kadınların kadın olmaktan kaynaklı yaşadıkları ayrımcılıklara karşı verilen bir mücadeledir. Yine tanımda yer alan “farklılıkların göz ardı edilmesi” vurgusu, cinsiyet körlüğünün neyi ifade ettiğini çözebilmek için anahtar bir ifadedir. Toplumsal yaşamın neredeyse tümüne sirayet etmiş olan cinsiyetçilikle baş edebilmek için ilk önemli adım, çeşitli biçimlerde yeniden üretilen ataerkil eşitsizliğin farkında olmaktır. Farklı cinsel yönelimler açısından görünür olma mücadelesi, biraz da eşitsizliklerin görünür olması için mücadeledir; bu nedenle, cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelenin bir parçası da eşitsizliklerin yok sayılmasının bir sonucu olan cinsiyet körlüğüne karşı mücadele etmektir. Cinsiyet ayrımcılığı ile cinsiyet körlüğü arasındaki farkın altını çizmek son derece önemlidir. Örneğin kadınların ya da eşcinsellerin bu eşitsizliklerin temelindeki farklılıkların altını çizmeleri ile ayrıcalıklı konumda olanların bu farklılıkları vurgulamaları aynı şey değildir, hatta karşıt iki olgudur. Diğer taraftan farklılıkların altını çizerek ayrımcılık üretilmesi ile farklılıkları yok sayarak ayrımcılık üretilmesi Janus’un iki yüzü gibidir (Somay, 2012:  97-104).

Politika yapıcıların da toplumsal cinsiyet farklılıklarını görmezden gelerek eşitsizliklerin üzerini örtecek biçimde kullandıkları “eşitlik” söylemiyle ayrımcılık ortaya çıkaracak ya da mevcut ayrımcılıkları sürdürecek şekilde politikalar üretmeleri cinsiyet körlüğünün yansımasıdır. Bu cinsiyet körü politikaların neden olduğu eşitsizlik ve ayrımcılıklar eğitim, hukuk, çalışma yaşamı gibi alanlarda hissedilir. Kamu politikalarındaki cinsiyet körlüğü ile ilgili mücadelede cinsiyete dayalı eşitsizliklerin kuramsal nedenleri, çözüm yolları, alternatif politika seçenekleri üzerine son yıllarda özellikle güç kazanan Toplumsal Cinsiyete Dayalı Bütçeleme (TCDB) çalışmaları dikkat çekicidir. Benzer biçimde pozitif ayrımcılık da, özellikle siyasal alanda ve çalışma yaşamında kota uygulamalarıyla kadınların karşılaştıkları görünmez engelleri ortadan kaldırma amacı taşır. Pozitif ayrımcılık başta olmak üzere cinsiyet körlüğü ile ilgili politikalar konusunda “dezavantajlı” olarak tanımlanmanın baştan verili bir güçsüzlük vurgusu barındırdığına ilişkin eleştiriler de yapılmaktadır.[2]

Pozitif ayrımcılık ya da cinsiyete duyarlı politikalar gibi stratejiler kadınların güç kazanması için geliştirilmişlerdir. Bunlar olmadan mevcut durumda eşitsizlik ve ayrımcılıklarla baş etmek çok daha zordur. Hangi stratejilerin ayrımcılığı ürettiği ya da körüklediği, hangi stratejilerin eşit olmayanlara eşitmiş gibi davranmanın sakıncalarından uzaklaştırdığı bu bağlamda son derece önemlidir. Bunun için ilk dikkat çekilecek boyut ise cinsiyet ayrımcılığı ile cinsiyet körlüğü arasındaki farkın anlaşılmasıdır. Buna ilişkin bir örnek, cinsiyet farklılıklarına vurgu yapılmadığında kadınların iş ortamında daha özgüvenli olduğunu savunan bir çalışmaya dayanıyor. Bu araştırmanın çıktılarına göre, “körlük iş hayatında ilerlemek için gerekli olan girişkenlik, rekabetçilik, risk alma gibi özelliklerin yaptığı “erkek” çağrışımını ortadan kaldırıyor. Bu özellikleri ‘cinsiyetsizleştirmek’ kadınların kendilerinde bunları bulmasını ve daha özgüvenli olmasını sağlıyor”.[3] Bu çalışmada temel kişilik, ilgi alanları, yetenekler arasında farklılıklar olduğu ve bunların aslında kadınlar ve erkeklerin hangi alanda iyi olacaklarını, hangi işi yapmayı seveceklerini söyleyen basmakalıp yargılar olduğu belirtiliyor. Bu örnek cinsiyet ayrımcılığı ile cinsiyet körlüğünün ayrıştırılmasının ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor. “Kadınlar özgüvensizdir,” “erkekler lider olmaya yatkındır” gibi yargılarla hareket etmek cinsiyet ayrımcılığı ile ilişkilidir ve bunların vurgulandığı bir ortam, elbette kadınların kendilerini güçsüz hissettikleri bir ortamdır. Oysa “çalışma yaşamında kadınların aile içinde üstlendikleri sorumlulukların yüküyle iki kat daha fazla zorlukla mücadele ettiğini” söylemek, cinsiyet körlüğüyle mücadeleye ilişkindir. Dolayısıyla cinsiyet ayrımcılığı ile cinsiyet körlüğü arasındaki ayrım son derece kritiktir.

Toplumsal cinsiyetin önemli bir etken olarak göz ardı edilmesi bahsinde Marksizmin cinsiyet körü olduğuna yönelik eleştiriler, cinsiyet körlüğü tartışmasının başka bir boyutunu oluşturuyor. Bu boyut, cinsiyetler arasındaki eşitsizlikler ya da farklılıklar reddedilmese ve kapitalizm koşullarında kadınların ve erkeklerin aynı biçimde ezildikleri iddia edilmese bile, toplumsal cinsiyetin ikinci planda görülmesinin de teorik düzeyde cinsiyet körü olmakla eleştirilebilecek bir bakış açısı ortaya çıkarabileceği ile ilgilidir. Engels’in Ailenin Devletin Özel Mülkiyetin Kökeni kitabında kadınların ezilen cinsiyet olarak konumlarının özel mülkiyetin bir sonucu olduğu ve kadınların kurtuluşunun mülkiyetin ortadan kaldırılması mücadelesine bağlı olduğu şeklindeki görüşleri, Marksizme yönelik cinsiyet körlüğü eleştirisinin başlıca kaynağıdır. Marksizme yönelik bir diğer feminist eleştiri de Jaggar ve Hartmann’ın Marksizmin üretim alanına odaklanarak geleneksel olarak kadınların görevi olagelmiş yeniden-üretim alanını ihmal ettiği eleştirisidir. Bu eleştirilere yönelik olarak Marx’ın ve Engels’in metinlerindeki farklılıklara odaklanan ve Marksizmin toplumsal cinsiyeti bütünüyle görmezden gelmediğini ve kimi boyutlarıyla cinsiyet ve toplum teorisi üzerine geliştirilmeye açık olduğunu savunan Dunayevskaya ve Brown’ın çalışmalarına bakılabilir.[4] Marx ile Engels yapıtları içinde “kadın sorunlarına” değinmişlerdir; ancak bu değinmeler Marksizmin cinsiyet körü veçhelerinin olmadığı biçiminde kolaycı bir yoruma neden olmamalıdır. Marx’ın en temel yapıtı, Kapital, sermayenin kategorilerini, erkek işçi temelli bir bakış açısıyla kurar. Ayrıca genel olarak Marksist külliyat toplumsal yeniden üretim boyutunu ikincil planda ele almıştır.[5]

Cinsiyet körü tutumlar ve politikalar cinsiyet eşitsizliklerinin ve ayrımcılığının sürdürülmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla cinsiyet körlüğü ile mücadele cinsiyet ayrımcılığı ile mücadelenin bir parçasıdır. Cinsiyet körlüğü ile ilgili önemli boyutlardan biri, cinsiyet ayrımcılığı ile karıştırılmamasıdır. Farklılıkları vurgulamanın içeriği, hangi farklılıkları, kimin ve nasıl vurguladığına bağlı olarak değişmektedir. Farklı cinsiyetler için farklı sonuçlar doğuran politikaların belli ve sınırlı ilkeler ile her somut olayın özelliğine göre irdelenmesi, cinsiyet körlüğü ile cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadelede kritik önemdedir.

 

Kaynakça

Somay, B. (2012). Ayırarak Birleştirmek Mümkün müdür? K. Çayır ve M. Ayan Ceyhan (Der.), Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar içinde (s. 87-105). İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Yaman, M. (2019). Etnoloji Defterleri’nin Açtığı Yeni Ufuklar: Marx’ın Kadınların Ezilmesine ve Özgürleşmesine Dair Düşüncesine İlişkin İpuçları.  Praksis, 48, 9-41.

 

[1] TCDB kadınlar için ayrı bir bütçelemeyi ifade etmekten ziyade kamu harcamalarının toplumsal cinsiyet perspektifinden değerlendirilmesini ifade eder. Bu açıdan kadınların güçlendirilmesini ve toplumsal cinsiyet eşitliğini bütçe politikalarının merkezine yerleştirmeyi amaç edinen bir strateji ve politika aracıdır (Kurular, 2018) https://cins.ankara.edu.tr/19_8.pdf

[2]  “Bütün kadınları dezavantajlı kesimlerden birisi olarak saymakla anayasa, kadınları peşinen güçsüzleştirmiş, toplum algısındaki ikincil konumu pekiştirmiş ve ne yazık ki dezavantajlı kesimler içinde yer alan kadınları ikinci bir kere daha görünmez kılmış oluyor” (Sönmez, 2017). Bkz. Sönmez, B. (2017, 4 Şubat). Pozitif ayrımcılık: hem zehir hem şifa. Gazete Duvar. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/02/04/pozitif-ayrimcilik-hem-zehir-hem-sifa/

[3] Torres, N. (2018). Kadınlar cinsiyeti önemsiz gördüğünde kazanıyor. Harvard Busines Review Türkiyehttps://hbrturkiye.com/dergi/kadinlar-cinsiyeti-onemsiz-gordugunde-kazaniyor

[4] Ayrıca feminist kuramcılar tarafından ev içi emeği ile kullanım değeri- değişim değeri ilişkisine yönelik ve üreme alanının da analize dahil edildiği katkılar da yapılmıştır. Bkz. Çakır, G. (2017). Marx’ta feminizmin izini sürmek. Çalışma ve Toplum, 52(1), 200-207. https://www.calismatoplum.org/sayi52/cakir.pdf

[5] Bu konuda detaylı bir çalışma için bkz. Yaman (2019).

 

 

Yayınlanma Tarihi: 12.03.2021