Meral Gürbüz

Taciz sözcüğü genel anlamda tedirgin etme, rahatsız etme veya sıkıntı verme anlamına gelir.  Tedirgin eden ve rahatsızlık veren davranışlarda cinsel bir amaç varsa bu durumda cinsel tacizden söz edilir. Cinsel taciz kavramının ortaya çıkışı 1970’lerde Amerikalı feministlerin adlandırması ile başlamıştır.  Kavram, ilk olarak çalışma hayatı bağlamında önemli bir sorun olarak Anglosakson ülkelerde yaygınlaşmış ve 1980’lerden itibaren de Avrupa ülkelerinde benimsenmiştir.

Cinsel taciz, kişinin isteği dışında ve rızası olmaksızın, cinselliği hedef alınarak gerçekleştirilen ve bedensel temas içermeyen her türlü davranış olarak tanımlanabilir. Burada kişinin cinsel dokunulmazlığı ve bütünlüğüne yönelik ancak vücut dokunulmazlığının ihlali niteliği taşımayan bir saldırı vardır. Bu tanımdan hareketle, cinsel taciz oluşturan davranışlar, halk arasında laf atma olarak ifade edilen şekilde sözlü olabileceği gibi, mektupla cinsel ilişki teklifinde bulunma, mesaj atma gibi yazıyla; el kol hareketleri kullanılarak veya sosyal medya araçları üzerinden görüntü, ses kaydı gibi paylaşımlar yoluyla da gerçekleşebilir. Kişiyi cinselliği ile ilgili olarak aşağılamak, şaka yapmak, istenmeyen cinsel ilgi ve yakınlık, cinsel organların teşhiri de sıklıkla karşılaşılan taciz örnekleridir. Cinsel taciz oluşturan fiil tek seferlik, ani ve geçici olabileceği gibi devamlılık arz eden şekilde de gerçekleşebilir.  Cinsel taciz niteliğindeki davranış bedensel bir temas ile gerçekleşiyorsa artık cinsel saldırı olarak ifade edilir. Bu durumda kişinin cinsel dokunulmazlığının yanı sıra vücut dokunulmazlığı da ihlal edilmiş olmaktadır. Örneğin, sarılmak, öpmek, dokunmak, giysisini indirmek, kalabalık bir ortamda sürtünmek gibi filler, fiziksel temas dolayısıyla cinsel saldırı boyutuna ulaşmıştır.[1]

Türk hukukunda konunun doğrudan “cinsel taciz” başlığı altında suç olarak kabul edilmesi, ilk defa 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile olmuştur.[2] Mevcut cinsel taciz düzenlemesinin karşılığını kısmen, 765 Sayılı eski Kanun’da “söz atma ve sarkıntılık suçu” oluşturmaktaydı. Sarkıntılık fiilleri bedensel temas gerektirdiğinden, günümüzde cinsel taciz değil; cinsel saldırı veya -maruz kalanın yaşına göre- cinsel istismar suçu olarak değerlendirilir.

Kanun’un 105. maddesinde yer alan düzenlemenin ilk fıkrasında cinsel taciz suçunun basit hali, ikinci fıkrada ise nitelikli halleri belirlenmiştir. Buna göre, cinsel taciz suçunun hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılarak ya da aynı iş yerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlenmesi, daha ağır bir cezai yaptırım ile karşılaşacaktır.

Cinsiyet temeline dayalı ayrımcılığın ve erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarının görünüm biçimlerinden biri olarak cinsel taciz fiilleri, çok büyük oranda kadınlara karşı gerçekleştirilmektedir. İş yeri,[3] ev, sokak gibi her yer ve ortamda, farklı saldırganlık düzeylerinde ve biçimlerde yaşanabilecek tacizin nedeni kimi yazarlarca “kadın ile erkek arasındaki güç asimetrisinin erkeklerde yol açtığı ego yapısı ve bedensel sınır algısı” olarak ifade edilmiştir (Özkazanç, 2019: 187).

Cinsel tacizde maruz kalanın rıza ve onayının bulunmaması unsuru, kişinin karar verme yetisinin çeşitli yöntemlerle manipüle edilerek onay inşa edildiği durumlar da dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Böyle bir durumda sağlıklı bir irade oluşumu ve/veya özgür bir irade açıklaması mümkün olamayacağından, kişinin rızasının ve onayının varlığından da söz edilemez.

Cinsel tacize ilişkin bir iddianın nasıl ele alınacağı ve ispatı sorunu, günümüzde halen önemli bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bu tartışmanın, sadece ceza hukuku zeminine indirgenerek yürütülmesi ve toplumsal cinsiyet bağlamının göz ardı edilmesi, tacizle ve diğer cinsel suçlarla mücadelenin önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Tacizin ve diğer cinsel şiddet fiillerinin çoğu zaman taraflar yalnızken gerçekleşmesi, tanık olmaması, görüntü, ses kaydı vb. bulunmaması nedenleriyle bir soruşturma veya yargılama aşamasında ispatı neredeyse imkânsız hale gelmektedir.  Bu nedenle taciz iddiasının “kadının beyanı esastır” ilkesi çerçevesinde ele alınması, olası soruşturma veya yargılama süreçlerinin daha etkin yürütülmesini sağlar. Bu ilke, yaratılan kavram karmaşasının aksine herhangi bir soruşturma yapılmaksızın iddianın doğru kabul edilmesi değil, kadının beyanının ciddiye alınıp delil kabul edilerek soruşturmanın yürütülmesi anlamına gelir.

Konuyu sadece suç-ceza alanına hapseden bir yaklaşım yerine Türkiye’de de kadın hareketi cinsel tacize karşı tepkisellik oluşturulması ve konunun toplumsal bilince çıkarılması için farklı mücadele yöntemleri yürütmüştür. Özellikle 2010’lu yıllardan itibaren tacize karşı inceleme ve soruşturma süreçlerinin etkin yürütülmesi için oluşturulan kurum içi mekanizmalar yaygınlaşmıştır. Bu çerçevede çeşitli sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve üniversitelerde tacize karşı etik ilkeler ve politika belgeleri oluşturuldu. Pek çok üniversitede cinsel tacize karşı destek birimleri ve/veya önleme birimleri kuruldu, öğrencilere yönelik kılavuzlar, özel yönetmelikler hazırlandı. Hatta bütün bu çabaların ve gelişen toplumsal farkındalığın da sonucu olarak YÖK, 2016 yılında cinsel taciz ve şiddetle mücadeleyi de kapsayan “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”ni yayımlamıştı. Ancak bu belge 2019’da geri çekildi.

 

Kaynakça:

Özkazanç, A. (2013). Cinsellik, Şiddet ve Hukuk Feminist Yazılar. Ankara: Dipnot Yayınları.

 

[1] https://cinselsiddetlemucadele.org/kavramlar-sozlugu/

[2] https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5237.pdf

[3] 4857 Sayılı İş Kanunu’nda, cinsel taciz tanımlanmış olmamakla beraber işyerinde cinsel tacizin önlenmesi ve tacize uğrayan işçinin korunması amacına yönelik olarak özel düzenlemelere yer verilmiştir. Bkz. İş Kanunu md.24/ b.2  https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.4857.pdf

 

 

Yayınlanma Tarihi: 17.05.2021

 

One Comment

Leave a Reply