İrem Yılmaz

25 Kasım’ın tarihi Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı verdikleri özgürlük mücadelesinden vazgeçmemeleri sebebiyle öldürülen María Argentina Minerva Mirabal, Antonia María Teresa Mirabal ve Patria Mercedes’in anısına dayanır. Askerler 25 Kasım 1960’da Mirabal kardeşleri arabalarından indirip tecavüz ettiler ve öldürdüler. Cinayete kaza süsü verdiler ve ölümleri kayıtlara araba kazası olarak geçti.

25 Kasım, 1981’de Dominik’te toplanan Latin Amerika ve Karayip Feminist Buluşması’nda Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü, 1999’da ise Birleşmiş Milletler tarafından Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele günü olarak kabul edildi.

Türkiye’de ilk 25 Kasım eylemlerine ilişkin yazılı bir kaynak ne yazık ki bulunmuyor. Ancak 1987 yılında Dayağa Karşı Kadın Dayanışması Kampanyası’yla birlikte başlayan ve kadınların kalabalık bir yürüyüşle dayağa karşı sokaklarda bir araya geldiği süreç, 1990 yılında erkek şiddetine karşı Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın kurulmasını sağladı. Türkiye’nin bugün hâlâ feminist ilkelerle kadınlara destek sağlayan ilk ve tek sığınağı olan Vakfın ilk sığınağı 1995 yılında açıldı. İstanbul’da 25 Kasım yürüyüşleri, 2006 yılından bu yana her 25 Kasım’da İstiklal Caddesi’nde düzenlenmekte. Ancak son yıllarda (2017-2020) polisin engellemesi nedeniyle toplanma gerçekleşse de yürüyüş gerçekleştirilememiştir. Dayağa Karşı Yürüyüş’ten bugüne ağızdan ağıza taşınan “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop! İnadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük!” sloganı Türkiye’de erkek-devlet şiddetine karşı kadınların mücadelesini özetler niteliktedir.

Günümüzde 25 Kasım’larda dünyanın her yerinde kadınlar şiddet içeren, üreten, uygulayan ve yaygınlaştıran kişilere, kurumlara ve kültürel, toplumsal, ekonomik sistemlere karşı seslerini sokaklara taşıyor. Çünkü Mirabal kardeşlerin uğradığı şiddet biçimleri, dünyanın her yerinde hâlâ yaşanmaya devam ediyor. Dolayısıyla 25 Kasım, sadece bir anma günü değil, bir isyan ve erkek şiddetiyle mücadele günüdür. 25 Kasım, kadınların şiddetten azade yaşama hakkı için aile içinde, işyerinde, okulda, sokakta, mahkemede, tarlada, afet alanlarında, göç yolları ve sınır kapılarında, mecliste, hapishanede, hastanede, medyada, sanatsal üretim mecralarında, her bir evde ve odada yaşanan cinsiyet temelli şiddeti ve ayrımcılığı teşhir ettikleri gündür.  Kadınlar 25 Kasım’larda eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesini yükseltmek için bütün farklılıklarıyla yan yana gelirler.

Patriyarkal ikili cinsiyet sistemi belirli işleri, rolleri ve konumları kadın olmanın doğal bir uzantısı olarak kodlar, onları değersizleştirir ve böylece kadınların aleyhine bir cinsiyet hiyerarşisi kurar. Bu eşitsizlik erkeklerin kadınları kontrol etmek ve cezalandırmak için uyguladığı şiddete zemin hazırlar. Şiddet faili erkek, kadına yönelik şiddet içeren davranışlarını meşru ve kabul edilebilir eylemler olarak görür. Bir diğer deyişle, erkek şiddeti, kadın ve erkek arasındaki maddi eşitsizliklerin ve patriyarkanın kurduğu değer hiyerarşisinin doğrudan bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Seks teklif eden erkeğe “hayır” dediği için öldürülen bir göçmen kadın,[1] yabancı bir ülkede polis tecavüzüne uğrayan kâğıtsız bir kadın, aile meclisi kararıyla intihara zorlanan veya intihar süsü verilerek öldürülen kadınlar, erkek meslektaşlarının aksine evlilik veya hamilelik nedeniyle kariyerinin önü kesilen kadınlar, kocasından şiddet gören para ve statü sahibi bir kadın, müşterisinin veya polisin şiddetine uğrayan orospuluk yapan bir trans, cinsiyet kimliği nedeniyle meslektaşlarıyla aynı imkanlara sahip olmayan bir kuir… Hepsinin uğradığı şiddet biçimleri birbirini besler, var eder. Öte yandan kurumlar aracılığıyla uygulanan şiddet biçimleri de birbiri ile ilişkilidir. İkili cinsiyet rejimine uymayan bedenlere yönelik tıbbi şiddet, “ideal beden standartlarına” uymayanlara yönelik güzellik endüstrisinin şiddeti, hijyenik ped gibi regl olan kadınlar için zorunlu bir ihtiyacı vergilendiren vergi sisteminin şiddeti, kadınların şiddet döngüsünden çıkmasını kolaylaştıracak destek mekanizmalarını kurmayan devlet şiddeti, sosyal güvenlik hakkını sadece ücretli ve kayıtlı çalışma üzerinden düzenleyerek kadınların emeğinin pek çok biçimini görünmezleştiren sosyal güvenlik sisteminin şiddeti… Bütün bu şiddet biçimleri patriyarkal ortaklıklar taşır ve kadınlara yönelir.

Öte yandan Türkiye’de ve dünyada 25 Kasım’ların gündeminde uzun yıllardır kadın cinayetleri ve cinsel şiddet yer alıyor. Bağırmak, hakaret etmek, kıyafete karışmak, tokat atmak, dayak, parasız bırakma, özgürlüğü kısıtlama gibi farklı şiddet biçimleri, çoğu kez baba, ağabey, koca, partner gibi aileden erkekler, eski partner veya koca konumundaki erkekler ya da reddedilen bir erkek tarafından kadınlar üzerinde disiplin, kontrol ve ceza aracı olarak kullanıyor. Devlet ise gerek farklı kurum ve mekanizmalar ile doğrudan, gerekse görmezden gelerek, tedbir almayarak ve erkekleri cesaretlendirerek dolaylı yollarla bu şiddete katkıda bulunuyor, fail oluyor. Politikacıların ve yasa uygulayıcıların cinsiyet eşitliğini benimsemediği ülkelerde, şiddet aleyhine yasal düzenlemeler olsa bile, yasa adaleti sağlamakta yetersiz kalır. Kadın cinayetlerinde uygulanan haksız tahrik indirimi[2] ve cinsel şiddet davalarında kadının ve kız çocuklarının rızasının aranması buna birer örnektir. Bu nedenle “Erkek adalet değil gerçek adalet”, Türkiye’de gerçekleştirilen 25 Kasım yürüyüşlerinin vazgeçilmez sloganlarından biridir.

Geçtiğimiz on yıl içinde dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınlar, kadın cinayetlerine karşı büyük kampanyalar ve eylemler örgütledi. Dünyanın bir ucundaki bir eylem diğer ucunda yankı bulabildi, çünkü kadınların şiddet deneyimleri dünyanın her yerinde birbiriyle kesişen biçimlerde yaşanıyor. Türkiye’de 2010 yılından itibaren feministlerin yürüttüğü “Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız”[3] kampanyası, özellikle medyada kadın cinayetleri haberlerinin dilindeki şiddeti ortaya koymak, değiştirmek ve “kadın cinayeti” ifadesini yaygın söyleme yerleştirmekte etkili oldu. Latin Amerika ülkelerindeki “Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz (Ni Una Menos)” kampanyaları ise bütün dünyada yankı buldu. 2019 yılında 25 Kasım’da feminist örgüt Las Tesis’in Şili’de Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önünde düzenlediği danslı protesto ve eyleme eşlik eden şarkının sözleri[4] de pek çok dile çevrilerek, iki hafta içinde tüm dünyaya yayıldı. Böylece erkek şiddetiyle mücadele, feminist eylemlerle 25 Kasım günlerinden taşarak dünya gündeminin odağına giderek daha çok yerleşti.  Öte yandan şiddetin anlamı, özellikle kadınlar için farklılaştı. Örneğin kadın cinayetlerinin münferit veya anlık olaylar değil, tokatla başlayan şiddetin son noktası olduğu fikri yaygınlaştı. Yine özellikle kadınlar şiddete tanık oldukları durumda görmezden gelmek yerine şiddete uğrayan kadınla iletişim kurmaktan polisi aramaya, perdenin gerisinden izlemek yerine şiddet faili erkeğin kafasına camdan saksı atmaya uzanan geniş bir yelpazede müdahil olmaya başladılar.

Feminizm kalkanı bizi bu şiddet biçimlerinden korumaya yetmese de şiddeti tanımamız ve mücadele etmemiz için bize bilgi ve araçlar sağlar. 25 Kasım şiddeti görünür kılmanın, şiddete karşı birlikte ses yükseltmenin yanında bu araçları da haykırmanın, birbirimizle paylaşmanın günüdür.

 

Kaynakça

[1]http://www.sosyalistfeministkolektif.org/eylem-etkinlik/kagitsiz-gocmen-kadinlar-erkek-siddetinin-hedefi-oluyor13-eylul-2014/ (Erişim tarihi: 23.07.2020)

[2] “Kadınları öldürüp mahkemelerde türlü çeşitli bahanelerin arkasına sığınan erkeklerin savunmaları hep aynı: Çok uzun süre telefonda konuşuyordu, beyaz tayt giyiyordu, cilveli saat sordu, gözü dışardaydı, sevişmek istemedi, tuzluğu uzatmadı… ve daha yüzlercesi… Bu bahaneler karşısında mahkeme heyeti, yıllarca uygulanan şiddeti bir türlü delil saymıyor ve cinayete gerekçe uyduruyor. Eğer kadın biraz şanslıysa ve öldürülmemişse erkek hemen serbest bırakılıyor. Yaralı kurtulan kadının ölümüne giden bütün yollar açılıyor. Peki, faillerin tutuklanması için kadınların ölmesi mi gerekiyor?” http://www.sosyalistfeministkolektif.org/kampanyalar/parcas-olduklar-m-z/kadn-cinayetlerine-isyandayz/takip-ettigimiz-davalarda-haksiz-tahrik-indirimi-yok/ (Erişim tarihi:22.07.2020)

[3] Kampanya bugüne uzanan süreç içinde “Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem” gibi farklı isimlerle, “Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor” bülteni gibi araçlarla ve “Kadınlar Birlikte Güçlü” gibi farklı mecralarda sürdürüldü ve sürdürülüyor.

[4] Un violador en tu camino (Yolundaki saldırgan/tecavüzcü).

 

 

Yayınlanma Tarihi: 14.05.2021

Leave a Reply