Toplumsal bir kurum, egemen bir ideoloji, evrenselci bir mit ve toplumsal normları pekiştiren bir örgütlenme biçimi olarak aile modern dönemde tek eşli ve heteroseksüel formuyla insanların yaşamlarını sürdürdükleri temel bir zemin, doğal bir ortam olarak varsayılır. 19. yüzyıl başında kapitalizmin yarattığı hızlı değişim geleneksel ailenin bozulmasına neden olur. Buna çare olarak çiftin ve çocukların oluşturduğu aile, Durkheim’i izleyen dönemin toplumbilimcileri tarafından tek “meşru” bir arada yaşama formu olarak ilan edilir. Diğer aile biçimleri ise “işlev bozukluğu” ya da “sapmaya” işaret eder. Somut tarihsel bağlamda, kendisinden önceki toplumların doğurganlık, cinsellik ve kan bağı ilişkilerinden oluşan aile ilişkilerini devralıp dönüştürerek oluşturduğu evliliğe dayalı tekeşli, heteroseksüel çekirdek aile artık kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır.
“Aile”nin bu şekilde yapılanmasına yönelik farklı eleştiriler getirildi. Engels, büyük ölçüde Lewis Morgan’ın ilkel toplumlardan günümüze ailenin evrimini anlattığı kitabına dayanarak modern ailenin “doğal” olduğu iddiasına karşı çıkar ve ilk topluluklarda cinsiyet ilişkilerinin düzensiz olduğunu ve sonradan çiftlerden oluşan aile biçimini aldığını ileri sürer (2002). Engels, proleter ailelerde kadın ve erkeğin ücretli emek statüsünde çalışıyor olmasını eşitlikçi evliliğin anahtarı olarak görür. Böylece proleter ailenin kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği ortadan kaldıracağını öne sürer (2002). Marksist feminist geleneğin uzunca bir süre etkisinde kaldığı Engels’in bu görüşünde, kadının kadın olmaktan kaynaklanan ezilmesinin temelini oluşturan cinsiyetçi iş bölümü ve bu iş bölümünde yeniden üretimin kadına düşmesi sorgulanmaz.
Maddeci feministler ise kapitalizmin erkeklerin sahip olduğu özel mülkiyet sahipliğine dayandığını ve bu nedenle kadına yönelik baskının aile dolayımıyla gerçekleştiğini iddia eder. “Burjuva ailesi”nin patriyarkal ve baskıcı olmasının ardında, erkeklerin mülklerini kendi oğullarına bırakmalarını güvence altına alma isteklerinin yattığını belirtirler. Christine Delphy gibi maddeci feministlere göre ücretli emeğin ortaya çıkışının tarihsel koşullarından biri, kadınların yeniden üretim sürecini üstlenmesidir. Kadınlar insan neslinin üremesinde biyolojik özelliklerinden ötürü gebelik, doğum ve emzirmeyi üstlenirler. Ancak, bunun ötesinde bakım hizmeti vermelerini gerektirecek biyolojik bir neden bulunmaz (Yaman, 2015:13). Maddeci feministlere göre aile kurumu içinde kadınların ücretsiz emeği üstlenmesi ile kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ücretli emeğin zemini hazırlanmış olur.
Peki aile içinde kadınlar neler yapar ve aile kadınlara ne yapar? Kadınlar çocuklarının, kocalarının her türlü bakımını üstlenirler; hasta ve yaşlı akrabalara bakarlar. Aile içinde yapılan bu işlerin karşılığı olarak kadın, emeğinin ürününü kendi adına denetlemez. Gülnur Acar Savran’ın deyimiyle (1989: 8) erkeğin, kadının emeğini ve bu emeğin karşılığını (aile bütçesi ya da başka biçimler altında) denetlemesi, onu belli işleri yapmaya zorunlu kılması da genel anlamda bir “el koyma”dır. Bu el koyma bazen şiddet içeren zor biçimleriyle bazense annelik, aşk, sevgi gibi rıza üreten yollarla gerçekleşir.
Aile içinde kadınların emeğine olduğu kadar bedenine de el konuyor; çünkü çocuk doğurup doğurmama kararını aile içinde kadınlar vermiyor. Kadınların cinselliği hem doğurganlığıyla iç içe düşünülüyor ve bunları birbirlerinden ayrı olarak yaşamaları engelleniyor, hem de ikisi birden aile içine hapsediliyor. Ailede kadınların kimliğine el konuyor; çünkü ailenin kadınlara yüklediği “ev kadını, eş ve anne” kimliği yaşamın hiçbir alanında peşlerini bırakmıyor. Kadınlar bu kimliklerine uygun olarak meslekler, işler bulmak zorunda kalıyor. Bu el koyma sayesinde, aile ve ev dışındaki bütün uğraşlar, alanlar, statüler erkeklere kalıyor. Erkekler çalışma, siyaset, bilim, sanat vb. alanlarda egemen hale geliyorlar (Acar Savran, 1989: 9).
Radikal feminizm içerisinde öne çıkan isimlerden Shulamith Firestone (1979), cinsler arası çatışmanın temel nedenini doğurganlık yapısı üzerinden aile ile bağdaştırır ve Marksist feministlerden farklı olarak kadının ezilmesinin nedenini ekonomik düzleme değil, üreme işlevlerinin kontrolüne vurgu yaparak açıklar. Buna göre kadının çocuk doğurması, annelik yapması ve doğurduğu çocuğun da anneye bağımlı olması, aslında kadını baskı altına alan ve ev içi sorumlulukların tümünü kadına yükleyen eşitsizliğin temelini oluşturur. Kate Millett ise kadınların cinsel özgürlüğe kavuşmasıyla aile kurumunun ortadan kalkacağını, bunun sonrasında eğer isterlerse cinsel ilişkiye girip çocuk yapabileceklerini ve aslında çocuk bakımının profesyonel olarak yürütülmesi gerektiğini savunur.
Aileyi tanımlamak için benimsenen ölçütler devletin cinsiyete dayalı iş bölümünü yönetiminde büyük önem taşır. Ailenin özellikleri, işlevleri üzerinde durulurken, aslında kadının aile içindeki rolüne, işlevine vurgu yapılır. Örneğin, aile politikaları, yardım eşiğini belirlemek için çocuk sayısını, yardıma hak kazanan aileleri seçmek için de kadınların emek piyasasına girme biçimlerini göz önüne alır. Bu politikalar tam da bu nedenle aynı zamanda istihdam politikalarını da oluşturur (Devreux, 2009: 32). 2000’lerden bu yana ise kadınların işgücüne katılımının bedeli daha düşük ücretler, güvencesiz ve ev içi bakım emeğinin yükünün çoğunu üstlenerek çalışma oluyor. Sosyal politikaların güçsüzleştirildiği neoliberal ortamda aile, ayakta kalmanın yegâne dayanağı haline getiriliyor (Özgün, 2021).
Türkiye’ye gelince, Tanzimat’tan bu yana aile hem siyasi bir metafor hem de bir kurum olarak kurucu özellikte. Devlet, diğer kurumlar üzerinde bağlayıcı ve kural koyucu bir siyasal kurum olarak ailenin sınırlarını ve ailenin taşıyıcısı olarak “kadının” yerini ve görevlerini sürekli olarak belirler ve onu gözetim altında tutarken; aile bir ideoloji olarak devlet ve millet kurgusunun referansı haline gelir (Şerifsoy, 2013).
2000’lere gelindiğinde AKP sürdürdüğü feminizm karşıtı, nefret söyleminden beslenen otoriter popülist siyaset tarzıyla aileyi politikalarının merkezine alır. AKP’nin aileci politikaları, Haziran 2011’de Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığının yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulması sonrasında hız kazandı. Bakanlığın isminden “kadın” çıkarılırken o zaman başbakan olan Erdoğan “Biz muhafazâkar demokrat bir partiyiz, bizim için aile önemli” demişti. Aile ve ev kadınlığı eğitim programları, kürtajı yasaklama denemeleri ile başlayan süreç, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Aile Destek Merkezleri, Diyanete bağlı ve amacı “aile bireylerinin saadetine ve aile kurumunun korunmasına dini manada katkı sağlamak” olarak ifade edilen Aile ve Dini Rehberlik Büroları ile devam ediyor (Özgün, 2022).
“Ailenin krizi”nden bahseden, bundan feminizmi sorumlu tutan, feminizme ve kadınların kürtaj / üreme haklarına saldıran, kadınları annelikle özdeşleştirenler artık yalnızca “aşırı sağ” olarak görülebilecek marjinal bir çevre değil. Söz konusu olan, bu sağ anlayışın yeni muhafazakârlık biçiminde anaakımlaşması ve kadınlara yönelik saldırılarını giderek artırması. Bir yandan geleneksel bir retorik kamusal alanda yükselerek kadınların evde oturup daha fazla çocuk yapması talep ediliyor; ancak burada etnik ve dini azınlıklar, göçmenler dışında kalan anneler kastediliyor. Öte yandan iki ebeveynli, heteroseksüel “ideal aile” kavramı savunuluyor.
Aileyi feministler açısından öncelikli kılan bir başka konu erkek şiddeti ile aile arasındaki ilişki. Erkek şiddeti kadınlara öncelikle ev içinde, aile bireyi olan erkeklerden yöneliyor: Babalar, erkek kardeşler, en sonunda da kocalar. Bu şiddet uzun zaman mahrem alan olduğu söylenen aile içine hapsedildiğinden kadınlar seslerini yükseltemiyordu (Büyükgöze, 2013: 221). Günümüzde kadın hareketinin, feminizmin güçlenmesiyle kadınlar “şiddete hayır” diyerek hayatlarını savunuyorlar; ama bu defa da devletin ve hukukun cesaretlendirdiği erkek şiddetine maruz kalmaktan kurtulamıyorlar.
Türkiye’de 2000’lerde kadınlar, aile tartışmalarında kimlik, sınıf, etnik aidiyet, cinsel yönelim farklılıklarının göz ardı edilmediği bir feminizm talebiyle ortaya çıktılar. Kürt, Müslüman ve heteroseksüel olmayan kadınların taşıyıcısı olduğu yeni bir feminizm dalgası yükseldi. LGBTİ+ hareketi heteronormatif aile kavramına meydan okurken modern muhafazakâr kadın kimliğini İslami feminist bir duruşla harmanlayan ve ailedeki erkek egemenliğini esastan sorgulayan yeni bir kadın hareketine de tanık olundu.Türkiye’de feministlerin aile tartışmalarına Kürt kadın hareketinin etkili ve mücadeleci varlığı kadar, Kürt kadınlarının aile ve feminist mücadele konusunda yaşadıkları farklı deneyimleri dile getirmeleri de damgasını vurdu.
Son olarak yazıyı, 2013’de Sosyalist Feminist Kolektif’in “Erkeklerden alacaklıyız” kampanya broşüründe yer alan ve hala güncelliğini koruyan şu ifadelerle bitirmek istiyorum:
Aileye bağımlı değiliz, muhtaç değiliz; sevgi için de dayanışma için de aile şart değil. Kan bağı temelli, üreme odaklı heteroseksist aile bizi ne özgürleştirir ne de güçlendirir; bize ancak mutsuz bir hayat vaat edebilir. İhtiyaçlarımızın daha eşit, daha özgür, daha kolektif biçimlerde karşılanması mümkün. Aile yıkılmayacak kale değil. Aile dışında hayat var! [1].
KAYNAKÇA
Acar Savran, G. (1989). Kadınların Kurtuluşu Bildirgesinin Düşündürdükleri. Kaktüs, 7,8-12.
Büyükgöze, S. (2013). Devlet Politikaları ile Aile’nin Kurumsallaşması ve Kadınların “Yaşama Hakkı”na Müdahale”. “Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?” Konferansı, 09-10 Kasım 2013, Bildiri Kitabı içinde (s. 221-224). İstanbul: Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği.
Engels, F. (2002). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (K. Somer, Çev.). Ankara: Sol Yayınları.
Devreux, A. (2009). Aile. H. Hirata, F. Laborie, H. le Doare ve D. Senotier (Ed.), Eleştirel Feminizm Sözlüğü (G. Acar Savran, Çev.) içinde (s. 21-37) İstanbul: Kanat Kitap.
Firestone, S. (1979). The Dialectic of Sex: The Case for Feminist Revolution. London: Women’s Press.
Özgün, Y. (2021). Anti-Feminizm Olarak Muhafazakar Aile Söylemi. Birikim, 387-388, 31-40.
Özgün, Y. (2020). Feminizm ve Aile Tartışmaları- Teori, Politika- Pratik İlişkisi ve Çelişkileri. F. Saygılıgil ve N. Berber (Ed.), Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Feminizm içinde (s. 530-548). İstanbul: İletişim.
Yaman, M. (2015). Cinsiyete Dayalı İşbölümü Üzerine Notlar, Kavramsal ve Tarihsel İpuçları. EMO Kadın Bülteni, 3, 12-15.
Şerifsoy, S. (2013). Aile ve Kemalist Modernizasyon Projesi:1928-1950. A. G. Altınay (Ed.), Vatan Millet Kadınlar içinde (s. 167-201). İstanbul: İletişim.
[1] “Aile Dışında Hayat Var! Kampanyası”, Feminist Politika, Şubat 2013, Sayı 17.
Yayınlanma Tarihi: 07.06.2024