Tüm canlılarda ortak bir özellik olan üreme, genetik kalıtını aktararak neslini devam ettirme, canlının kendine benzer yeni bireyler oluşturması olarak tanımlanabilir. Anatomik, fizyolojik, hormonal ve immünolojik sistemlerin uyumlu ve bütünlüklü çalışmasıyla meydana gelen üreme, yetişkin kimliğinin ve gelişiminin önemli bir parçasıdır. Üreme günümüz tıp teknolojilerinin, tüketim kodlarının, sağlığa ve hastalığa dair tanımların da odağındadır.
Kadınlar ve erkekler için toplumun bir parçası olma, statü kazanma ve varoluşunu destekleme açısından üreme önemli bir yer tutar. Çocuk “sahibi” olmak, erkek için neslini sürdürme ve erkekliğini ispat etme dolayısıyla iktidarını sürdürme anlamları taşırken, kadınlar için toplumda makbul olan annelik rolünü yerine getirme ve böylece statüsünü yükseltme anlamına gelir. Bu manada üreme, gündelik hayattan makro politikaya kadar, iktidar biçimlerinin ve politik söylemlerin konusu olagelmiştir. Sınıfsal, bölgesel, kültürel farklılıklara rağmen kadınlar üreme ile tanımlandığında, kadınların yaşamı üremeden, sağlığı üreme sağlığı ve doğurganlıktan ayrı düşünülmez.
Kadın ve erkek bedenleri ile eşit derecede ilgili olmasına rağmen, üreme çoğu kez kadınların bedeni üzerinden tartışılan, denetlenen ve müdahale edilen bir konudur. Burada kadın bedenini doğa alanında konumlandıran patriyarkal yaklaşımlar, üremeyi de kültür dışı bir “biyolojik” süreç olarak görür ve yalnızca kadın bedeni ile ilişkilendirir. Öte yandan kadın bedeninin doğurganlık özelliği ile bakım emeği ve annelik arasında hızlıca bağ kurulur. Kadınların bakım emeğinden sorumlu tutulması böylece doğallaştırılır. Kadın bedeni yalnızca erkek soyunu sürdüren bir rahime “dönüştü-rüldü-ğünde”, bir mekân olarak konteynerden ibaret hale gelir. Bu konteyner beden, geleneğin ve kültürün de taşıyıcısı olarak konumlandırılır. Berktay bu konumlandırmayı şöyle ifade eder: “Kadın artık, yaşamın kaynağı, cömert ve bereketli toprak değil, erkeğin yarattığı canı içinde tutup büyüten bir taşıyıcıdan (konteyner) ibarettir’’ (2009). Böylece patriyarkal sistemde kadın annelik, doğurganlık ve çocuk bakımı çerçevesinde konumlandırılır, biyolojik olan üreme işlevi toplumsallaşır.
Bu toplumsallaşma tıbbi gelişmelerle baskı aracına evrilir. Tıbbi teknolojik süreçlerle çocuk doğuramayan kadınlar doğurabilirken, hastalıklı genlerin yok edildiği, cinsiyet seçimlerinin yapılabildiği üremenin “üretime” dönüştüğü bir sistem her geçen gün gelişmektedir. Aynı biçimde doğal bir hal olabilecek anneliği teknolojik kontrol altına alan tıp bilimi, kadınları öznesi oldukları üreme durumlarında nesneleştirmektedir.
Üremenin kadın bedeni üzerinde mücadele ve müdahale alanı olmasının diğer önemli motivasyonu miras ve iktisadi birikimdir. Bryan Turner aile sosyolojisi ve 20. yüzyılın aile sorunlarını ele aldığı çalışmasında, aile ve üreme ile ekonomi arasındaki bağ nedeniyle kadınlar üzerinde denetim kurulmasından bahseder. Turner’a göre, iktisadi birikimin kuşaklar boyunca, özelliklere erkek çocuklara, aktarılmasını sağlamanın tek aracı olan üreme, aynı zamanda mirasın güvenliğini ve istikrarını korumanın bir yoludur. Bu nedenle üreme üzerinden kadın bedeni ve cinselliğinin denetlenmesi eğilimi oluşmuştur. Böyle bir sistemde kadınların evlenene kadar bakire olmaları beklenirken, tek işlevleri sağlıklı erkek soyu üretmektir (2014). Yine Turner’a göre modern ailede iktisadi birikim ve “meşru” üreme arasındaki bağ, iktisat ve bankacılık sistemi, miras yasalarında görülen modernleşmeyle kırılmıştır (2014). Fakat bu kırılma dünya kadınlarının birçoğunu içine almazken, kocalarını miras payından mahrum bırakmaması “gereken” kadınlara doğum yapmaları dayatılmaktadır.
Doğum dayatması ulus devlet politikaları açısından savaş sonrası dönemlerde kürtaj yasakları ile kendini göstermiştir.[1] Bunun yanında nüfus politikalarıyla, ırkçı tutumlarla özellikle yoksul kadınlara yönelik kısırlaştırma dayatması da vardır. Örneğin ABD’de bazı cinsiyetçi, ırkçı, sınıfçı sağlık personeli ve siyasetçiler yeniden üretim teknolojilerini kullanarak hem genetik kontrolü sağlamışlar hem de maliyeti düşük işlemler yapmışlardır. Kendi istekleri olmasına rağmen beyaz, orta sınıf, evli kadınları kısırlaştırmayan ebe ve jinekologlar, yoksul ve siyah kadınları kısırlaştırmaktan mutluluk duymuşlardır (Putnam Tong, 2006). Günümüz Hindistan’ı nüfus kontrolü altında yoksul kadınları, “isyan etmeye az yatkın” olmaları gibi bir gerekçeyle kısırlaştırılmaktadır. Özbekistan’da aynı uygulama zorla gerçekleştirilmiş; İsrail de kısırlaştırma politik tutumunu benimsemiştir. 2. Dünya Savaşı sonrası Finlandiya ve İsveç bu politikaları gerçekleştirdiğini açıklayıp, kısırlaştırılan on binlerce kadından özür dilemiştir.[2]
Çocuksuzluk halinin kültürel kimliğin kaybı olarak değerlendirildiği coğrafyamızda da üreme ve cinselliğe patriyarkal yaklaşımlar gündelik hayata, davranışlara, söylemlere yön vermektedir. Bütün bu yön verme çabasının odağında yine beden vardır ve adeta beden her taraftan istilaya uğrar. Ancak “bedenli” olmak, doğa alanına sabitlendiği ölçüde kadınlara atfedilen bir durumdur. Dolayısıyla beden üzerindeki bu eril denetim, asıl olarak kadın bedeni üzerinde işler. Öyle ki bu cinsiyetçi tutumla kadınlar Turner’ın ifadesiyle “beden kazanmaktadırlar” (2014). Kazanılan bedene üremenin dayatılması geçmişten günümüze devam etmektedir.
Türkiye’de 2002 yılından beri iktidarda olan AKP üreme ve üreme hakları, doğurganlık, annelik, kürtaj vb. konularda yaptığı açıklamalarda sıklıkla kadın olmayı üremeyle özdeşleştirir. Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde doğum kontrol yöntemlerinin ihanet sayılmasından, annelik kutsallığına, üç ve daha fazla çocuk talebi ve propagandasından AKP’li vekilleri “azarlamaya” kadar tüm biyopolitik söylemler kadına biçilen rolün ancak üremeyle tarif edildiğini gösterir.
Tüm biyopolitik söylemlere karşı kadın hareketi feminist protestolarla siyasilere tepkilerini dile getirmiştir. Örneğin, 2012 yılında “her kürtaj bir Uludere’dir” siyasi söylemine tepki olarak ortaya çıkan “benim bedenim benim kararım” protestosu kadınlar arasında hızla yaygınlaşmıştır. Yine hamile kadınların sokağa çıkmasına yönelik açıklamalara karşı tepki gösterilmiş, “çalışan kadınların yarım anne” olduğu minvalindeki cümlelere ciddi itirazlar yapılmıştır. Sayısı ve niteliği çoğaltılabilecek bu örneklerde[3] olduğu gibi üremeye dair söz ve eril denetim kadın bedeni üzerinden çoğaltılırken, kadınlar protestolara devam etmektedir.[4] Özgül ve özerk bir hareket olarak feminizm ile kadınlar kendi sorularını sorabilir, cevaplarını arayabilir ve geliştirebilir, erkeklik iktidarının oluşturduğu baskıya direnme biçimleri oluşturabilirler. Çünkü kadınlar için referans noktası yine kendileridir.
Kaynakça
Berktay, F. (2009). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın. İstanbul: Metis.
Demirci-Yılmaz, T. (2015). Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Modernleşmesinde Annelik Kurguları. Cogito “Annelik”, 81, 66-81.
Puntnam Tong, R. (2006). Feminist Düşünce (Z. Cirhinlioğlu, Çev.). İstanbul: Gündoğan.
Turner, B. S. (2014). Klasik Sosyoloji (İ. Çetin, Çev.). İstanbul: İletişim.
[1] Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yy. sonu, 19. yy. başlarında dünyayla paralel biçimde annelik politikaları gündem haline gelmiş, kürtaj ya da istemli düşük karşıtı politik tutum gelişmiştir. Bu tutum Cumhuriyet döneminin ilk evrelerinde de devam ederek, kürtaj ve çocuk düşürme tamamen yasaklanıp ağır ceza kapsamına alınmıştır (Demirci-Yılmaz, 2015).
[2]https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/11/141114_hindistanda_kisirlastirma, Erişim Tarihi: 16.06.2020 ve https://www.internethaber.com/kadinlari-zorla-kisirlastiriyorlar-416198h.htm, Erişim Tarihi: 16.06.2020
[3] http://akpkarnesi.catlakzemin.com/annelik-ureme-kurtaj/ , Erişim Tarihi: 15.06.2020.
[4] Yalnız Türkiye’de değil dünyada da siyasi söylemin odağında, kadın olmak bir rahim taşımakla özdeşleştirilmekte, bu yönde politik tutumlar artmaktadır. Örneğin, Covid 19 pandemisi nedeniyle karantina döneminde AKP’li bir vekil üremeyi tavsiye etmiştir. Bir başka örnek ise, Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’nin halktan karantinayı üreme için bir fırsat olarak görmelerini istemesidir. https://www.birgun.net/haber/akp-li-camli-karantinada-uremeyi-tavsiye-etti-292128, Erişim Tarihi: 15.06.2020.
Yayınlanma Tarihi: 15.02.2021