Radikal feminizm, ikinci dalga feminizmin içinde gelişmiş en önemli akımlardan biridir. Radikal feministler, kadınlarla erkekler arasındaki egemenlik ilişkisinin patriarka adı verilen bir toplumsal sistemle düzenlendiğini savunur ve bunun tamamen ortadan kaldırılması için mücadele eder. Erkeklerin ayrıcalıklarını hedefleyen ve kadınlar için eşit haklar talep eden birinci dalga feminizmden farklı olarak radikal feminizm, o ayrıcalıklara sebep olan toplumsal yapıyı ve cinsiyet ayrımının kendisini hedef alır.
Radikal feministler fikirlerini ve hareketlerini, hem çağdaşları olan liberal feministlerle hem de 1968 solunun içindeki erkek egemenliğiyle hesaplaşarak oluşturdu. Radikal feministler feminizmi kadınlar için, kadınlar tarafından, kadınların deneyim ve algılarından yola çıkarak; var olan politika yapma biçimlerini ve politik gündemleri sorgulayan bir düşünce olarak ele aldılar ve buradan hareketle bilinç yükseltme grupları pratiğini hayata geçirdiler. Birçoğu 1968 sonrası savaş karşıtı hareketler, insan hakları hareketi ve diğer muhalif hareketler içinde yer alan radikal feministler erkek egemenliği ve erkek egemen düşünceden azade olmadığını fark ettikleri bu alanları ve alt kültürler de dahil olmak üzere her türden kültürel alanı sorguladılar.
Liberal feministlerden farklı olarak, kadınların üzerindeki baskının sadece yasalarla sınırlı olmadığını ve Marksist feministlerden farklı olarak da kapitalist sınıflar arasındaki ilişkiden kaynaklanmadığını savundular. Radikal feministlerin hepsi bir sistem olarak patriarkayı mücadelelerinin merkezine koymakla birlikte bu sistemi tanımlama şekilleriyle birbirlerinden ayrılırlar. Kimi radikal feministler (örn. Andrea Dworkin) patriarkanın temelinde heteroseksüel cinsel ilişkiler ve cinsel şiddet olduğunu savunurken bazıları (örn. Shulamith Firestone) kadınların üreme işlevlerinin kontrolüne vurgu yapar. Patriarkanın bir üretim biçimi olduğunu savunan (örn. Christine Delphy) radikal feministler kendilerini maddeci feminist olarak da tanımlar ve bu nedenle kimi sosyalist feministlerle yer yer kesişirler.
Radikal feministler, cinsiyet rollerini, evlilik kurumunu, heteronormativiteyi, heteroseksüelliği, kadınlara yönelik sağlık hizmetlerini, eğitim kurumlarını, o zamana kadar sadece muhafazakârların eleştirilerine maruz kalmış ve sadece erkeklere hizmet veren seks işçiliğini ve pornografiyi sorguladı. Lezbiyenliğin patriarka için en büyük tehditlerden birini oluşturduğunu savunan politik lezbiyenler de (örn. heteroseksizmin bir politik rejim olduğunu savunan Monique Wittig), erkeklerle her türden temas, iletişim ve ilişkiyi reddeden ayrılıkçı feministler de radikal feminizm içinden çıktı. Radikal feministler, 1970’li yıllardan itibaren trans kadınların harekete dahil olması konusunda görüş ayrılığı yaşadı. Andrea Dworkin, Catherine MacKinnon, Monique Wittig gibi yazar ve eylemciler trans kapsayıcı bir tutumu benimserken Germaine Greer, Robin Morgan ve kendisini politik lezbiyen olarak tanımlayan Julie Bindel trans dışlayıcı bir konumu tercih etti.
Türkiye’de radikal feminizm tanımı ilk kez Feminist dergisini çıkartan kadınlar arasında kullanıldı. Dergide kendisini herhangi bir feminist akımla tanımlamayan kadınlar da yazıyordu ancak Feminist’in genel anlamda, radikal feminizmin içinde tanımlanabilecek spesifik bir çizgiye tekabül ettiğini söylemek yanlış olmaz. Bu çizgi, mücadeleyi yasalarla sınırlamamak anlamında eşitlikçi feministlerden, sosyalist devrimi kadınların kurtuluşunun önkoşulu olarak görmeme ve hareketin bağımsızlığını koruma konusundaki titizlikle sosyalist feministlerden ayrılıyordu. Sonraki yıllarda da kendilerini radikal feminist olarak tanımlayan, bu akımdan ilham alan birçok kadın, hareket içinde farklı kampanyalarda ve gruplarda çalıştı. Türkiyeli radikal feministler genellikle Fransız feminist Christine Delphy’nin ve Britanya’da yayınlanan Trouble&Strife dergisinin, maddeci feminizm içinde tanımlanabilecek çizgisini benimsedi.
Yayınlanma Tarihi: 27.02.2021