Berfu Şeker

Transgender, cinsiyet kimliği veya cinsiyet ifadesi doğumda kendilerine atanan cinsiyetten farklı olan kişiler için kullanılan şemsiye bir terimdir.[1] Cinsiyet kimliği, ikili cinsiyet sistemine göre atanmış “kadın” ya da “erkek” kategorilerine sığmayan ve farklı deneyimleri de kapsayan genişlikte bir yelpazeye işaret eder. Başka bir deyişle trans kadın ve trans erkek kimliklerinin ötesinde transgender şemsiyesi non-binary, genderqueer gibi kimliklerle birlikte normatif kadınlık ve erkeklik dışında kalan tüm cinsiyet kimliklerini ve ifadelerini kapsar.[2] Transgender cinsiyet kimliği ve ifadesi ile ilgili bir terim olmakla birlikte, toplumsal cinsiyet kavramının sınırlarını sorunsallaştırarak genişleten kavramsal tartışmalara yol açmıştır. Ayrıca bu terim, heteronormativite ve patriyarkaya karşı sınır ötesi trans hareketlerinin de oluşumuyla, trans hakları için uluslararası insan hakları standartlarının oluşturulmasından öz belirlenim (self-id) yasalarına kadar pek çok kazanım elde etmiş politik bir mücadeleyi ve tarihini de simgeler.

Transgender varoluşlar, modern tıbbın çeşitli alanları tarafından irdelenmiş, toplumsal cinsiyet rejimi içerisinde neyin “normal” neyin “anormal” olduğunu tanımlama ve bedenleri bu “normal” tanımına göre disipline etme çabasının bir parçası olarak ele alınmıştır.  Böylece 19. yüzyılın ortalarından, 20. yüzyılın ortalarına dek seksologlar, psikolog ve psikiyatristler “normal” cinsellik ve cinsiyet davranışlarını isimlendirerek sınıflandırmış, bunların dışında kalan davranışları ise “sapkınlık”, “hastalık” ya da “patoloji” olarak nitelendirmişlerdir. Bu dönemde modern tıp bedenleri ikili cinsiyet sistemi ve heteroseksüel/homoseksüel zıtlıkları üzerinden tarif ederek şekillendirme gayretine girmiştir (Girshick, 2008). Bu bağlamda transseksüel terimi tarif edilmeye başlanmış, terim ilk olarak David O. Cauldwell tarafından 1949 yılında kullanılmıştır. Modern tıbbın heteronormatif geleneği içerisinde Cauldwell transseksüelliği “kişinin ait olmadığı cinsiyette yaşama arzusu” ve “tedavi edilebilir ya da önlenebilir bir patoloji ya da psikolojik hastalık” olarak tanımlamıştır.

1960’lı ve 70’li yıllarda transseksüellik, cinsiyet uyum prosedürlerinin belirlenmesi ve cinsiyet kimliği kliniklerinin kurulmasında önemli rol oynayan Amerikalı endokrinoloji uzmanı Harry Benjamin tarafından “ameliyatla tedavi edilebilecek tıbbi bir durum” olarak tanımlanmıştır. Benjamin’e göre transseksüellik psikolojik bir hastalık değildir ya da eşcinsellikle bir tutulamaz (Sullivan, 2003). İlk klinikler kurulduğunda, Benjamin’in transseksüellikle ilgili normatif kadınlık, erkeklik ve cinsellik üzerinden oluşturduğu ve deneyimleri homojenleştiren kriterleri baz alınmış, trans kimliklerin “teşhisi” ve cinsiyet uyum süreçlerine girebilmeleri için başvuranlardan bu kriterlere uyum sağlaması beklenmiş, bu da özgün deneyimlerin görünürlüğünü ve cinsellik ve cinsiyetle ilgili normatif kabullerin sorgulanmasını uzunca bir süre engellemiştir (Stone, 2006).

Transseksüelliği modern tıbbın, Amerikan Psikiyatri Birliği ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların patoloji tanımlarının etkisi altında şekillendirmeye çalışan heteropatriyarkal yaklaşıma karşın, “transgender” terimi Leslie Feinberg’in 1992 yılında yayımladığı Transgender Liberation: A Movement Whose Time Has Come (Transgender Özgürleşmesi: Zamanı Gelen Bir Hareket) isimli kitabıyla bugünkü anlamını ve yaygın kullanımını kazanmıştır. Feinberg “transgender” terimini toplumsal cinsiyet normlarına uymadığı için ezilmiş ve marjinalize edilmiş herkesi sosyal, politik ve ekonomik adalet mücadelesinde ittifaklar kurmaya çağırmak için kullanır. Bu çağrının arka planında trans akademisyen ve ses mühendisi Sandy Stone’un 1991 yılında yayınladığı Postranssexual Manifesto’nun (Transseksüel Sonrası Manifesto) izlerini de görmek mümkündür (Stryker, 2006).

Sandy Stone makalesinde 1970’lerden beri radikal feminizmin bir bölümüne hâkim olmuş olan transfobik ve dışlayıcı anlayış biçimine karşı çıkar. Janice Raymond 1979 yılında yayınladığı Transsexual Empire (Transseksüel İmparatorluğu) isimli kitabında Stone’u alenen hedef almış, trans kadınların “erkek ayrıcalıkları” taşıdıklarını ve sadece kadınlara açık alanlara girerek “lezbiyen feministleri bölmeyi ve domine etmeyi amaçladıklarını” iddia etmiştir (Stryker, 2006). Cinsiyeti sadece biyolojiye indirgeyen bu özcü ve fobik düşünceye göre doğuştan kadın atanmışlara ait alanlara translar giremez, çünkü trans kadınlar aslında “erkektir” ve “yanlış bilinç” geliştirmişlerdir; trans erkekler ise erkekliğin ayrıcalıklarından faydalanmak için “kız kardeşlerini” yarı yolda bırakmışlardır. 1991 yılında Michigan Kadın Müzik Festivali’nden alanın sadece “kadın doğmuş kadın”lara açık olduğu gerekçesiyle bir trans kadının atılması üzerine tartışmalar iyice alevlenmiştir.  Sandy Stone (2006) aynı yıl yayımladığı makalesinde transların yaşanmış deneyimlerini ve seslerini bastırmaya çalışan heteropatriyarkal tıbbın söylemlerine ve bazı feministlerin fobik yaklaşımlarına karşı transları kendi öz tarihlerini ve toplumsal cinsiyet teorisini yazmaya çağırmıştır. Bu bağlamda Feinberg’in kullandığı “transgender”  önemli bir ölçüde Stone’un manifestosunda adlandırdığı eleştirel pratiklerin toplamına verilen isim haline gelmiştir (Stryker, 2006).

1990’lı yılların başlarında TransgenderNation’ın kurulmasıyla Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) transseksüelliği “cinsiyet kimliği bozukluğu” kategorisi altında Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabına (DSM III) dahil etmesine karşı akademik çalışmalar üretilmeye ve eleştirel toplumsal cinsiyet kuramıyla trans komunitenin üretimlerini bir araya getiren fanzinler çıkarılmaya başlanmıştır. 2009’da başlayan uluslararası “Trans Kimlikler Hastalık Değildir”[3] kampanyasıyla uluslararası standartları belirleyen psikiyatri yayınlarından cinsiyet kimliği bozukluğu ifadesinin çıkarılması talep edilmiş, nihayet 2013’de güncellenen DSM V’de translığın cinsiyet kimliği bozukluğu olarak tanımlanmasından vazgeçilmiştir. Ancak bunun yerine “cinsiyet hoşnutsuzluğu” (genderdysphoria) adıyla yeni bir kategori oluşturulmuştur.[4] 2019’da da Dünya Sağlık Örgütü, transgender’ı ruhsal hastalıklar kategorisinden çıkarmıştır.

2000’lere gelindiğinde ise hukuk alanında transların mücadelesiyle önemli kazanımlar elde edilmiştir. Birleşik Krallık’taki yasal boşluktan dolayı evlilik, istihdam ve emeklilik başta olmak üzere türlü hak ihlallerine uğrayan transların 1970’lerden itibaren defalarca başvurmaları sonucu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2002 yılında verdiği ihlal kararı üzerine Birleşik Krallık hükümeti 2004 yılında “Cinsiyet Kimliği Tanıma Kanunu”nu (Gender Recognition Act) çıkarmıştır. Kanun, ameliyat olmaksızın cinsiyetin hukuki olarak değiştirilmesine olanak sağlamış,[5] sonrasında Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere farklı ülkelerde de beyana dayalı cinsiyet değişim yasaları yürürlüğe girmiştir.

Translar, 90’ların başlarından itibaren daha da örgütlü bir biçimde akademiden aktivizme, sanattan popüler kültüre, siyasetten hukuka tüm alanlarda özgürlük ve eşitlik mücadelesini yükseltmiş; modern tıbbın normatif pratiklerine, feminist hareketin belli bir kanadının içindeki sağcı ve köktenci düşünce biçimlerine, eşcinsel hareketi içindeki ayrımcılığa karşı çıkmış, yasa ve politikalara etki etmeye başlamışlardır. Tüm bu mücadelelerin sonucunda dünyanın belli ülkelerinde beyana dayalı cinsiyet değişimini tanıyan yasalar yürürlüğe girmiş, translar siyasete katılmaya başlanmıştır. Pek çok ülkede ise yükselen sağ otoriter hükümetler ve köktenci gruplar transların kazanımlarını tahrip etmekte ve Türkiye, Rusya, Macaristan, Polonya gibi ülkeler, var olan yasaların tahribiyle ya da ayrımcı yasalarla veya toplumsal düşmanlaşmayı körükleyerek transların özgürlük ve eşitlik mücadelesini şiddet yoluyla engellemeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 25 Ocak 2022 tarihli “Avrupa’da LGBTİ’lere Karşı Yükselen Nefretle Mücadele”[6] isimli kararı, toplumsal cinsiyet ve LGBTİ+ karşıtlarına ve ayrıca trans dışlayıcıların saldırılarına karşı uluslararası insan hakları çerçevesinin geldiği noktayı tekrar vurgulamış, tüm kazanımların köklü değişimlerin yolunu açacağı konusunda umut vadeden bir duruş oluşturmuştur.

Türkiye’de de devletin türlü ayrımcılık ve şiddetine maruz kalan translar, 40 yılı aşkın bir süredir haklara erişim ve eşitlik için büyük bir mücadele yürütmektedir. 1980 darbesi sonrasında trans seks işçileri İstanbul’dan sürgün edilmişler, İçişleri Bakanlığının “erkeklerin kadın kıyafetiyle” gece kulüplerinde sahneye çıkmasını yasaklamasıyla birlikte tüm bu baskılara karşı translar örgütlenmeye başlamışlardır.[7] 29 Nisan 1987’de LGBTİ+’lar İstanbul’da Gezi Parkı’nda açlık grevi yaparak baskılara karşılık vermiş, erkek şiddetine karşı düzenlenen Dayağa Karşı Yürüyüş’te feministlerle birlikte alanlarda olmuşlardır. 1990’lı yıllardan itibaren Lambdaistanbul ve Kaos GL başta olmak üzere pek çok LGBTİ+ örgütü kurulmaya başlanmıştır. Trans seks işçileri 1990’lı ve 2000’li yıllarda da polis şiddetinin hedefi olmuş, İstanbul’da Pürtelaş Sokak ve Ülker Sokak, Ankara’da Eryaman başta olmak üzere yaşadıkları ve çalıştıkları mahallelerden sürgün edilmişlerdir. 2000’li yıllarda Pembe Hayat, Voltrans ve İstanbul LGBTT gibi trans öz örgütlenmeleri kurulmaya başlanmış, 2010 senesinde ilk Trans Onur Yürüyüşü düzenlenmiştir.[8] Anayasa’nın eşitlikle ilgili 10. Maddesine cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadesinin eklenmesi için mücadele etmiş, trans cinayetlerinin politik olduğunun altını çizerek işte, okulda, mecliste, kısaca kamusal ve özel her alanda tam eşitlik talebini yükseltmişlerdir. Bugün Türkiye devletinin toplumsal cinsiyet karşıtı, otoriter ve muhafazakâr politikaları eşitlik ve özgürlük mücadelesinin kazanımlarının önüne geçmeye çalışsa da, 8 Mart 2022 Feminist Gece Yürüyüşü’nün gösterdiği üzere, feministlerin ve transların özgürlük mücadelesi ne trans dışlayıcı sağ ideolojilerin, ne de polis baskısının durduramayacağı kadar güçlü ve muvaffaktır.

 

Kaynakça

 Girshick, L. B. (2008). Transgender Voices: Beyond Womenand Men. Hanover & London: University Press of New England.

Sullivan, N. (2003). A Critical Introduction to Queer Theory. New York: New York University Press.

Stone, S. (2006). The Empire Strikes Back: A Posttranssexual Maniphesto. S. Stryker ve S. Whittle (Ed.), The Transgender Studies Reader içinde (s.221-236). New York: Routledge.

Stryker, S. (2006). (De)Subjugated Knowledges: An Introduction to Transgender Studies. S. Stryker ve S. Whittle (Ed.), Transgender Studies Reader içinde (s.1-19). New York: Routledge.

 

[1]LGBTİ+ hakları alanında çeviri sözlüğü: https://kaosgldernegi.org/images/library/cevirisozlugu2020.pdf (Erişim tarihi: 07.02.2022).

[2]https://www.ilga-europe.org/what-we-do/our-advocacy-work/trans-and-intersex/trans (Erişim tarihi: 07.02.2022).

[3] https://tgeu.org/stp-2012/(Erişim tarihi: 07.02.2022).

[4]  https://www.stgm.org.tr/sites/default/files/2020-09/todaptan-psikologlar-icin-lgbtilerle-calisma-kilavuzu.pdf (s.35-36) (Erişim tarihi: 07.02.2022).

[5]https://www.theguardian.com/commentisfree/2018/oct/17/the-guardian-view-on-the-gender-recognition-act-where-rights-collide (Erişim tarihi: 07.02.2022).

[6]https://pace.coe.int/en/files/29712/html?__cf_chl_jschl_tk__=wbmTWEovu2oPTClgRR7OI9Hf8M.wghPyITLzhKXvS9c-1643631849-0-gaNycGzNCn0(Erişim tarihi: 07.02.2022).

[7] https://tr.boell.org/tr/2015/11/04/tuerkiyede-queer-hareketinin-dinamigi (Erişim tarihi: 13.03.2022).

[8] http://www.feministyaklasimlar.org/sayi-14-haziran-2011/turkiyede-trans-olmak-ve-trans-haklari-mucadelesi-uzerine/ (Son erişim: 13.03.2022)

 

 

Yayınlanma Tarihi: 03.06.2021

Leave a Reply