Ari P. Büyüktaş

Bedenin maddi varlığı ile akıl, zihin ve ruhun ayrımı, bildiğimiz anlamda Batı’nın oluşumundan beri felsefi ve teolojik tartışmaların konusu olmuştur. Batılı beden kavramının Antik Yunan filozofu Platon’dan (M.Ö. 427-347) Kartezyen düalizmi ortaya çıkaran Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanı René Descartes’a (1596-1650) kadar büyük ölçüde zihin ve beden, psişe ve soma, ruh ve vücut arasındaki bölünmeyle geliştiği söylenebilir. Buna rağmen insanın maddi olmayan yönlerinin, bedenin maddiliği ile içsel bir ilişkiye sahip olarak kavramsallaştırıldığı alternatif bir analiz hattı da vardır. On yedinci yüzyılda ise Batı’da modern bilimsel düşüncenin ortaya çıkışı ile beden hem bir organizma ve hem de sosyal bir olgu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Bedenin güncel eleştirel analizleri, Batı düşüncesinin ikiliklere dayanan temelini sorgulamak için genellikle bedenin on sekizinci yüzyılda tıbbileştirilmesine veya on yedinci yüzyıldaki felsefi zihin-beden ayrımı tartışmalarına geri dönerler.

Kartezyen düalizmi yıkmaya yönelik ilk ciddi girişimler, on dokuzuncu yüzyılda Georg Wilhelm Friedrich Hegel, Karl Marx, Friedrich Nietzsche ve Søren Kierkegaard gibi düşünürler tarafından gerçekleştirildi. Bu düşünürlerin her biri halen analitik zihin felsefesi, bilişsel psikoloji ve yapay zeka programlarının çoğundaki bedenleşmiş kişiliğe yönelik yaklaşımlara hâkim olan zihin-beden ayrımının üstesinden gelmeye çalıştı. Edmund Husserl, Martin Heidegger, Jean-Paul Sartre ve Maurice Merleau-Ponty gibi temsilcilerle birlikte yirminci yüzyılda fenomenolojinin yükselişine kadar ikilik tartışması açısından yeniden çalışılabilecek etkili bir karşı söylem geliştirilmemiştir. Sonrasında ise bu karşı söylemler Jacques Lacan, Michel Foucault, Julia Kristeva ve Luce Irigaray gibi postyapısalcı ve feminist düşünürler tarafından genişletilmiştir.

On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllardaki ve hatta günümüzdeki bazı liberal feminist yaklaşımlar, kadınların ussal kapasitesini gösterme ve eşitliği savunma girişimlerinde benzer şekilde bedeni değersizleştirmiş veya görmezden gelmişlerdir. Aslında özellikle erken liberal feministlerin bedene şüphe ile yaklaşmaları, tarihsel bağlam içinde şaşırtıcı değildir. Zira bedenden ziyade kadın aklının rasyonel gücünü vurgulamaya yönelik çabaları, akıl/beden ikiliğine eleştirel bir yaklaşımdan ziyade aklın cinsiyetsizliğini belirtmeye yönelik girişimlerdir. Ancak beden konusunun yalnızca biyolojik olana atıfla değil, toplumsal bağlamda tartışılmasına da yol açan alanlar, ırkçılık ve cinsiyetçilik karşıtı politikalarla birlikte gelişmiştir. Bu tartışmalarla beden,  cinsiyet, toplumsal cinsiyet, yaş, renk ve fiziksel özellikler üzerinden farklı kırılmaların alanı olarak da görülür ve “fark” tartışması ortaya çıkarılır. Böylece beden feminist politikalar açısından farklı biçimlerde ve farklı bakış açılarından ele alınmıştır. Beden-akıl ikiliğinde aklın eril ile bedenin ise dişil ile özdeşleştirilmesine ve bu yolla bedenin değersizleştirilmesine karşı feminist ve sonrasında da queer ve transfeminist eleştiriler bulunmaktadır.

İkinci Dalga feminizm ise eleştirel politikada bedeni de sahiplenerek bedenselliğin kültürel boyutunu da tartışmaya sokmuştur. Öncelikle radikal ve maddeci feminist yaklaşımlar bedeni emek ve cinsellik bağlamlarında değerli bir bilgi ve politika üretim alanı olarak sahiplenmiş ve bu yönlerden ele almışlardır.  Ayrıca, biyolojik cinsiyet ve kültürel olarak belirlenen toplumsal cinsiyet ayrımını savunarak bedenin toplumsal ve kültürel süreçlerle bağlantısı kurmuşlardır. Ancak bu ayrım da “verilerle” sabitlenen cinsiyeti eleştirel bir süzgeçten geçirmemek ile eleştirilmiştir.  Beden konusundaki toplumsal ile biyolojik olanın ayrımında biyolojik atfedilenin verili ve değişmez olduğu imasına karşıt olarak güncel feminist düşüncelerde ve post-yapısalcı yaklaşımlarda biyolojik olan da eleştirel olarak ele alınmış ve imlediği evrensellik ile genelleyici yaklaşıma karşı çıkılmıştır. Bu ikilikler yalnızca beden ile cinsiyet ve cinsellik arasında varsayımsal bir bağ kurmazlar, aynı zamanda kadın kategorisini de genelleyici yaklaşımlarla ele alırlar.  Buna karşı itirazlar ışığında üçüncü dalga feminizm diye de nitelenen eleştirel yönelimler, tarihsel ve coğrafi bağlamları da dahil ederek genelleyici cinsiyet kategorileri üzerinden düşünmeye karşı çıkarken, ikilikler üzerine kurulu olan ve bedenselliğin aşağı görüldüğü yaklaşımlara da yeni eleştiriler getirmiştir.

Queer teori, siyah feminizm ve transfeminizm de eleştirilere yeni bakış açıları ile katkıda bulunarak bedenin batı temelli düşüncedeki ikilikler üzerinden hiyerarşik sınıflandırmalara tabii tutulmasına karşı bedenin biyolojik, toplumsal, kültürel ve tarihsel olarak yeni okumalarına imkan sunmuş ve öznenin konumu yeniden yorumlamıştır. Kadınlık atfedilen bedenlerin sosyal olandan dışlanışının eleştirisi ile kadın tanımının bedensel sınırlarının eleştirel olarak ele alınması bir araya getirilerek yeni yaklaşımlar oluşturulmaya devam etmektedir. Böylece hem cinsiyet temelli ayrım, hem de kültürel farklılıkları da gözeterek kesişimsel yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Batı merkezli düşünce tarihindeki akımlar ve değişimlerin, politik alandaki mücadelelerle şekillenmesiyle bedenin ikincil konumunu reddeden, kesişimsel bir bakış açısı yükselmiştir. Politik mücadele alanında bedeni odak alan söylemler çeşitlilik gösterirken feminist mücadele tarihinin önemli bir yapıtaşı olan beden tartışmasının devamlılığını belirler.

Türkiye’deki feminist düşünce ve mücadele tarihinde beden öncelikli temalardan biri olmuştur. Aynı şekilde LGBTİ+ hareketle feminist hareketin Batı’daki örneklerden farklı olarak pek çok alanda ortaklaşa mücadele etmesi de, benzer beden politikalarının ve kesişimsel yaklaşımların benimsenmesiyle mümkün olmuştur. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere feminist oluşumlar ile LGBTİ+ oluşumların ortak politik eylemler ve mücadele alanları kurmaları da beden politikalarındaki kesişimsel yaklaşımlar ve ortaklaşılan mücadele hatları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Yine de 8 Mart eylemlerindeki tartışmalar veya son dönemde özellikle sosyal medya aracılığıyla yapılan TERF kavramı etrafındaki tartışmaların da gösterdiği gibi, bu dayanışma ve ilişkiler pürüzsüz değildir, çoğu kez çekişmelidir.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 09.07.2021

 

Leave a Reply