Dijital bilgi çağı başladığından bu yana yapay zekâ teknolojilerinin olanaklarını feminist bilgi ve belleği aktararak güncellemek, feminist eleştiri ve feminist politikalar üretmek için gayet yoğun ve işlevsel biçimde kullanıyoruz. Hatta bu adaptasyon, hashtag feminizmi, e-feminizm, ağ feminizmi, data feminizm, çevrimiçi feminizm, facebook feminizmi, teknofeminizm, siberfeminizm gibi çeşitli kavramların, akımların oluşmasına ve gelişmesine yol açıyor. Martin ve Valenti sanal dünyaya böylesine adapte olma halini dijital feminizm olarak tanımlarken (Özalkan , 2021), yine feminizm ile siber alanın verimli bir işbirliği yaptığını düşünen Wilding (1998) bu uyuma siberfeminizm adını veriyor. Günümüzde, kendi başına bir bilgi kuramı, bir feminist akım halini alan siberfeminizm, genel olarak sanal ortamlardaki feminist aktivizm olarak tanımlansa da van Zoonen siberfeminizmin yeni medya mecralarında yapılan akademik ve sanatsal çalışmalara odaklanan bir kavram olarak kullanılması gerektiğini düşünüyor; Paasonen, Booth ve Flanagan ise siberfeminizmi toplumsal cinsiyet, şeyleşme ve cinsiyet sorunu ile ağ kültürü arasındaki ilişkileri inceleyen, dijital teknolojilerin eril kodlamasına karşı duran yeni bir feminist alan olarak tanımlıyorlar (Aydemir, 2021a).
Bir alan olarak siberfeminizm dijital teknolojilerin toplumsal cinsiyet ve beden üzerindeki etkileri, siber uzamdaki anonimitenin avantajları gibi politik ve kültürel meselelere odaklanırken, bir kavram ve aktivizm olarak siberfeminizm daha çok sanatsal, akademik, kurgusal, ütopik ve soyut bir görünüm sunuyor. Bu bağlamda Aydemir’in (2021b) siberfeminizme dair “Cinsiyet, makine ve dijital kültürle ilgili bir dizi dağınık, tedbirli, parçalı kimlikler, karşıt kuramlar, tartışmalar ve uygulamalar bütünüdür” yorumu gayet isabetli görünüyor. Belli bir ortak paydası, merkezi bir amacı ve tek bir tezahürü olmayan, farklı akım ve ideolojilerin yer yer kesiştiği, çeliştiği bir dizi kuram, uygulama, etkinlik, tasarı, eser vb. içeren siberfeminizm, hem içinden çıktığı üçüncü dalgaya özgü, hem kendine özgü…
Kimine göre postmodernizmin teknolojik manifestosu, kimine göre dördüncü dalganın ta kendisi olan siberfeminizm, aslında 90’larda, feminizmin hem enternasyonalleştiği hem yerelleştiği postmodern dönemde, çok yönlü, çok bileşenli bir yelpazede oluşmaya başladı. “Üçüncü Dalga” kavramı ilk kez Rebecca Walker tarafından queer ve beyaz olmayan kadınlara odaklanmayı göstermek için kullanılmışsa da zamanla postmodern feministler üçüncü dalgayı tümden sahiplendi ve feminizmin ömrünü doldurduğunu, kadın ve kadınlar kategorisinin sabitleştirilmiş, sorunlu kategoriler olduğunu vurgulayarak feminist teoriye eleştirdiler. Cinsiyetin performatif olduğunu savunan Judith Butler ve cinsiyetsiz bir dünya tahayyül ederek feministlerden de cinsiyetsiz bir yaklaşıma sahip olmalarını isteyen Donna Haraway’ın başını çektiği pek çoğu Batılı, orta sınıf ve akademisyenlerden oluşan bu postmodern feministler, sadece feminizmin değil, kadın, beden, insan, evren gibi kategorilerin de tarihsel/toplumsal özgüllüğü içinde dağıldığını iddia ederek siberfeminizmin ilk tohumlarını ektiler.
Teknolojinin, organik ile inorganik arasındaki sınırları bulanıklaştırmasının bedenleri dönüştürdüğünü, türlerin birbiri yerine geçebildiğini, bunun cinsiyet kategorilerini kademeli olarak devre dışı bırakacağını savunan Haraway’in “feminist politika”sının odağında, henüz realize edilmemiş cinsiyet ve insan ötesi, muğlak, soyut bir model bulunuyordu: Siborg. “Toplumsal cinsiyetsiz ucube bir dünya umudunun ütopik hayalini” (2016: 4) gerçekleştirecek olan siborg, türlerin iç içe geçtiği bir mit, sibernetik bir melez organizma, kurgusal bir yaratık, parçalanma ve çoklu, dağınık şekilde yoluna devam etme hikâyesidir. Ve bu haliyle siborg, kadınları, biyo-politika ve toplumsal cinsiyet kıskacının dışına taşıyabilecek tek güçtür Haraway’e göre.
Ne var ki teknoloji de tıpkı cinsiyet gibi daima ırk, sınıf ve iktidar ile ilişkili ve güç ilişkileriyle bağlantılıdır. Haraway, teknolojiyi yücelttiği ve yeni bir determinizm yarattığı için kimi çevrelerce eleştirilirken, siberfeminist düşünce ve sanatsal uygulamalar için ilham verici ilk kaynak oldu. Siborg Manifestosu’nun yayımlandığı 1991’de Avustralya’da kurulan VNS Matrix, Haraway’in ütopik düşüncelerine ve teknoseverliğine en yakın, ilk sanatsal temsilciydi. 80’lerde erkeklerin tekelindeki ütopya/distopya evrenini, siber uzayın eril dilini eleştiren VNS Matrix bunu tersine çevirmeyi, kadınların ve marjinal toplulukların sesini duyurmayı amaçladı. Virginia Barrat, Julianne Pierce, Francesca di Rimini ve Josephine Starrs’ın bir araya gelmesiyle kurulan grup, erkeksi veri dünyasının temsillerini dişilik özellikleriyle değiştirmek amacıyla cinsel sözcükler ve tanımlar kullanarak, kara mizah ve ironiye başvurarak dişi kimliğini yeniden biçimlendirmeye çalıştı. “Klitoris, matrise doğrudan bir hattır (The clitoris is a direct line to the Matrix)” sloganıyla yola çıkan topluluk, 21. Yüzyıl İçin Siberfeminist Manifesto, Bitch Mutant Manifest, All New Gen ve Bad Code gibi projelerin yanı sıra uluslararası siberfeminizm konferansları da düzenledi. Onlardan ilham alan bir başka öncü grup Old Boys Network (OBN) ise 1997’de Berlin’de Cornelia Sollfrank, Susanne Ackers, Ellen Nonnenmacher, Vali Djordjevic ve Julianne Pierce tarafından kuruldu ve Siberfeminizm’in 100 Anti-Tezi’ni yayımlayarak siberfeminizme dair belli bir tanımlama yapmaktan kaçındığını belirtti. 1997’de Kassel Documenta X’teki Birinci Siber Feminist Enternasyonal sırasında ortaya attıkları “gelecek dişidir (the future is femail)”, 21. yüzyıl feminizminin sloganı haline geldi.[1]
Aynı dönemde yazılan ve siberfeminizme dair önemli kaynak kitaplar olarak gösterilen Sandy Stone’un War of Desire and Technology (1995) ve Sadie Plant’in Zeroes and Ones (1997) adlı kitapları da gelecek teknolojilerinin kadınlara ait olacağı idealini taşıyordu. Haraway ve ondan ilham alan gruplar gibi kadınların kurtuluşunu teknolojide gören Stone, kadınlar ve makineler arasındaki kompleks ilişkiden, kadınların makinelere yatkınlığından söz ederken, tüm makinelerin ve internetin de kadın olduğunu, sebebinin ise tahmin edilemez olmaları ve erkeklerin onların üzerinde çalışması olduğunu belirtiyordu (!) (1995). Yine siberuzamı, kadın özgürlüğü için temel dayanak noktası olarak gören Plant’e göre, kadınlar zeki makinelerdir, robotik olan dişildir. Bu nedenle dijital makineler akıllandıkça kadınlar da özgürleşecektir (1997).
Siber teknolojinin erkek egemen yapısına karşı, internetin doğası gereği dişil niteliklere sahip olduğunu öne süren bu feministlerle birlikte Haraway’in cinsiyetsizleşme politikasından uzaklaşılarak, kadına, hem de ideal kadına vurgu yapan yeni bir siberfeminizm oluşmaya başladı. Teknomaskülen tavra karşı ağ teknolojilerini dişileştirme ve bunlara dişil görünümler verme amacıyla abartılı dişilik özellikleriyle çeşitli siborg modelleri, moda stilleri, tarzlar, akımlar, dijital sanat eserleri üreten bu yeni siberfeministlerin erkek egemen sisteme karşı tavırları, kadını bir özne olarak kurmaktan çok dişi oluşu, hatta gençliği yüceltmekti. 90’larda ortaya çıkan, hedef kitlesi ergenler ve genç kızlar olan “The Future is Feminine”, “Super Girl”, “Girl Power”, “Revolution Girl Style Now” gibi sloganlar ve akımlar, Spice Girls, Girl Power, Riot Grrrl gibi gruplar ile siberfeminist sanatsal projeler (bad grrrl, guerilla grrl, OBN), kişisel başarı, görünüm ve güç odaklı ve eğlenceye, zevk arayışına adanmış bir feminizm ortaya koyarken, 2008’den itibaren devreye giren sosyal medya platformları sayesinde “güçlü kızlar”, “kız eğilimleri”, “kız gizemleri”, “sürtük/kaltak” gibi trendler viral olmaya, sahiplenilmeye başladı. Üçüncü dalganın internet uzantısı olarak gösterilen Feministing.com platformunun kurucusu Jessica Valenti, Twitter hesabında “kaltak suratım asla rahat durmuyor (my bitch face never rests)” derken “cesur orospular”a sesleniyordu. Feminizmi bir eşitlik hareketi; Feministing’i ise “anne filtresinden geçmenin bir yolu” olarak tanımlayan Valenti’nin amacı genç feministlere kariyerlerini inşa etmeleri için bir alan açmaktı (O’Reilly, 2016).
Valenti’nin “Belki de dördüncü dalga sanal ortamdadır” (2009) açıklaması, popüler blog yazarı Rebecca Traister’in “feminizm teknolojik bir biçim alıyor” (Cochrane, 2006) yorumu son dönemin ana fikirlerinden biri hâline gelirken, dördüncü dalganın, “çevrimiçi feminist hareket”i ifade ettiğini düşünenler çoğalıyor. Legacy Russell’ın icat ettiği “glitch feminizmi” ve Laboria Cuboniks’in uydurduğu “zenofeminizm” akımlarını da bünyesine katan günümüz siberfeministleri için dişil teknoloji hâlâ başlı başına bir amaç.
Mindy Seu, #metoo hashtag’inin siberfeminizm olarak nitelendirilmemesi gerektiğini, hareketi kolaylaştırmak için teknolojiyi kullanıyor olsa da aslında teknolojinin kendisiyle ilgili olmadığını düşünüyor. Siber uzayı eril bakıştan arındıran sanatçıların retrospektifi niteliğindeki Siberfeminizm Dizini (2019) ve Donna Haraway, Mary Maggic, Laboria Cuboniks, Charlotte Webb, Judy Malloy, Salome Asega gibi tekno düşünürlerin çalışmalarını incelediği Siberfeminizm Dizini kitabı kadınları siborg cadılar, siber canavar kızlar, ütopik fanteziler ve dişiliği sembolize ettiği düşünülen balçıkla (slime) dolu fantastik bir maceraya çağırırken, yeni bir bilimkurgu porno, bilimkurgu queer sinema ve görsellik yaratmayı amaçlıyor.[2] Feminizm ve siberfeminizmin sadece kadın bedeniyle değil, aynı zamanda marjinalleştirilmiş bedenler ve insan gruplarıyla da ilgili olduğunu düşünen Seu, siberfeminizmin sürekli değiştiğini, mutasyona uğradığını, bu nedenle de kusurlu bir şemsiye tanım olduğunu belirtiyor (Howard, 2023).
Günümüzde kapitalizmin elindeki nihai silah olarak görülen yapay zekâ ve dijital teknolojiler; cinsiyet, cinsel yönelim, ırk, sınıf, etnisite gibi ayrımcılıkların yanı sıra kadınları küresel ölçekte daha fazla ezme ve yoksullaştırma potansiyelleri taşıdığı için eleştirilirken, siberfeminizm dağınık kuramsal yapısı nedeniyle sorgulanıyor. Dijital sanatın öncülerinden ve ilk siberfeministlerden Cornelia Sollfrank da bu nedenle artık kendisine “teknofeminist” demeyi tercih ediyor. 2000’lerde Judy Wajcman’ın çalışmalarıyla temelleri atılan teknofeminist yaklaşım (Wajcman, 2004), teknobilimsel ilerlemelerin kadın-makine ilişkisini radikal bir şekilde dönüştürdüğünü, ancak farkı yaratanın teknolojilerin kendisinden ziyade feminist politika olduğunu ileri sürüyor, toplumsal cinsiyet ve teknolojinin birlikte inşasını tahayyül ediyor.
KAYNAKÇA
Aydemir, D. (2021a). Siberfeminizm. İstanbul: Urzeni.
Aydemir, D. (2021b, 15 Mayıs). Gelecek Dişitaldir?!, Siberfeminizm. Pentacle. https://thepentacle.org/2021/05/15/gelecek-disitaldir-
Cochrane, K. (2006, 31 Mayıs). The third wave- at a computer near you. The Guardian. https://www.theguardian.com/world/2006/mar/31/gender.uk
Haraway, D. (2016). Siborg Manifestosu (O. Akınhay, Çev.). İstanbul: Agora.
Howard L. (2023). Siberfeminizmin Sıcak, Islak ve Aşırı Çevrimiçi Tarihi (D. Aydemir, Çev.). Sophos Akademi. https://sophosakademi.org/siberfeminizmin-sicak-islak-ve-asiri-cevrim-ici-tarihi/
O’Reilly, K. (2016). On “Sex Object: A Memoir”: An Interview with Jessica Valenti. MQR. https://sites.lsa.umich.edu/mqr/2016/06/on-sex-object-a-memoir-an-interview-with-jessica-valenti/
Özalkan F. (2021, 20 Aralık). Dijital Feminizm. Feminist Bellek. https://feministbellek.org/dijital-feminizm/#:~:text=Courtney%20E
Plant, S. (1997). Zeroes and Ones Digital Women and the New Technoculture. New York: Doubleday.
Stone, S. (1995). War of Desire and Technology. Cambridge: MIT Press.
Valenti, J. (2009, 13 Kasım). Questions for Jessica Vaalenti: Fourth-Wave Feminism. The New York Times Magazine. https://nyti.ms/3yJTG6T
Wajcman, J. (2004). Technofeminism. Cambridge: Polity Press.
Wilding, F. & CAE (1998). “Notes on the political condition of cyberfeminism”. C. Sollfrank (OBN) (Ed.), First Cyberfeminist International. Hamburg: St. Pauli Druckerei.,
[1] Femail kelimesi email ve female kelimeleriyle yapılan bir söz oyunuyla türetilmiştir.
[2] Dizin için bkz. https://www.fwb.help/wip/mindy-seu-cyberfeminism-index (Erişim tarihi: 09.01.2025).
Yayınlanma Tarihi: 12.05.2025