Sevgi Uçan Çubukçu

Türkiye’de akademik feminizmin en önemli kurumlarından olan üniversitelerde kadın ve toplumsal cinsiyet araştırmaları merkezlerinin kuruluşu 1980’lerin sonunda başladı. Bundan önce üniversitelerde yapılan kadın çalışmaları, daha çok modernleşme paradigması içinde gelişme ve kalkınma perspektiflerini taşıyan çalışmalardı. Kuşkusuz bu çalışmalarla, kadınlarla ilgili özel ve kamusal alana dair aile, siyaset, eğitim, istihdam gibi konularda çok önemli bir akademik bilgi birikimi ve altyapı sağlanmış oldu.[1]

1980’lerde feminist hareketin yükselişiyle birlikte, ‘kadın sorunu’ olarak kavramsallaştırılan akademik çalışmalar yerini, kadını özne olarak gören, kadınların güçlenmesini merkezine alan çalışmalara bırakacaktı.[2] Objektif, nötr, cinsiyetsiz kabul edilen ‘bilgi’nin hem üretim sürecine hem de kendisine dair eleştiri ve cinsiyet eşitliği talepleri bu kurumsallaşmanın en önemli motivasyonlarını oluşturuyordu; kadınlara dair olan bilgi, deneyim ve üretim alanlarını bilimsel bilginin konusu haline getirmenin ve kıymetli kılmanın yolu açılmış olacaktı. Kadın Araştırmaları Merkezlerinin ilk kurumsallaşma dönemi olan 1990-2000 yılları arasında, tarihin görünmez kıldığı kadınların eşitlik mücadelelerini ve 80 sonrası yükselen feminist hareketi konu alan çalışmalar yapılmaya başlanması, ‘bilimsel bilgi’nin içeriğine ve yöntemine dair feminist müdahaleler niteliğindeydi.[3]

Türkiye’de akademik feminizmin kurumsallaşması, Batı üniversiteleriyle aynı kronolojiye sahip olmasa da, toplumsal ve akademik alanda yetkin ve cesur kadınlar, eril iktidar ilişkilerine karşı mücadele ettiler; ilk olarak, 1989’da İstanbul Üniversitesi’nde Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KSAUM) kuruldu ve 1990’da Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı açıldı. 1993’te Ankara Üniversitesi’nde Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM), 1994’te ODTÜ’de Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı, 1996’da Ege Üniversitesi’nde KASAUM ve 1999’da Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans Programı açıldı. Bu dönemin merkezi kavramları, birimlerin adlandırmalarında da görüldüğü gibi, ya “kadın sorunları ve araştırmaları” ya da “kadın çalışmaları”dır.

Akademide kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının kurumsallaşmasında 2000-2010 arası dönem, bu alanın meşruiyetinin sağlandığı, hukuksal düzenlemelerin yapıldığı, CEDAW gibi uluslararası metinlerin imzalandığı, kadının statüsünde göreli iyileşmelerin gerçekleştiği, feminist hareketin eşitlik taleplerinin devlet politikalarında kısmen de olsa karşılık bulduğu, üniversitelerdeki kadın çalışmalarının sosyal bilimlerin hemen her alanına nüfuz ettiği bir süreç olarak tarif edilebilir.  Kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları “disiplinler arası” nitelik kazanarak, “özerk bir disiplin” olarak kabul ettirilmiştir artık. Bu dönemin merkezi kavram ve adlandırmasında “kadın”ın yanına artık “toplumsal cinsiyet” eklenecektir; ancak, kullanılan toplumsal cinsiyet kavramının hâlâ heteroseksist ikili cinsiyet rejiminin normativitesi içinden heteroseksüel kadın-erkek kimlik, rol ve ilişkilerini içerdiği görülür. Kavramların içeriğindeki değişim 2010 sonrası gerçekleşmiş; gay, lezbiyen, biseksüel, travesti, transgender vb. farklı cinsiyet kimliklerini içeren, kadınlararası farklılıkları gören çoğul ve kapsayıcı bir hal almıştır.  Özel/vakıf ve devlet üniversitelerinin sayılarındaki artışla kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları birimleri de çoğalmıştır ve bugün sayıları 100 civarındadır.[4] Bu dönem kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının ana akımlaştığı bir dönem olarak tanımlanabilir.

Türkiye’de akademik feminizmin kurumsallaşma seyrinde 2010’lu yıllara gelindiğinde, yeni kuşak feminist akademisyenlerin de alana dahil olmasıyla, farklı disiplinler içinden erilliği sorgulayan müdahaleler çoğaldı ve çeşitlendi.[5] Böylelikle bilimsel bilgi üretim sürecinin bir parçası haline gelen “kadın” ve “toplumsal cinsiyet” kavramlarının yanı sıra “erkeklik çalışmaları” da akademide kendisine yer buldu. Bu, sorun odaklı ve “kadın” kategorisine dayanan çalışmaları sınıf, kültür, etnisite, din, eğitim, cinsel yönelim, yaş, bölge vb. farklı somut koşullardaki cinsiyetçi dışlanma ve ayrımcılık pratiklerini gören ve sorgulayan bir perspektife taşıdı. Aynı zamanda akademik feminizmin ayırt edici özelliği olan bilginin özgürleştirici ve dönüştürücü olması kaygısı akademide yaygınlaştı.[6]

Bir başarı öyküsü olarak okunabilecek bu sürecin, 2010’lu yıllarda hem küresel neo-liberal sistemin kadın karşıtı ideolojik iklimi hem de Türkiye bağlamında, muhafazakar İslamcı-otoriter siyasal iktidarın, kadınların ve LGBTİ+’ların kamusal varlıklarını bastırma ve kazanımlarını geri alma politikalarıyla birlikte tıkanma sürecine girdiği söylenebilir. Bir yandan kamusal fayda odaklı, aydınlanmacı eğitim ve bilgi üretimi anlayışından vazgeçilerek bilginin salt piyasacı bir yaklaşımla üretilmesi ve ticarileşme anlayışının hakim kılındığı neo-liberal üniversiter değişim; diğer yandan eril köktenci ve otoriter politikaların Türkiye gibi ülkelerdeki somut uygulamaları, bu sürecin temel belirleyici parametrelerini oluşturuyor. Bu bağlamda birkaç önemli gelişmeden söz edilebilir: Üniversitelerde kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan feminist akademisyenlerin de aralarında bulunduğu Barış Bildirisi imzacısı[7] akademisyenler Kanun Hükmünde Kararname’lerle (KHK)  üniversiteden atılma, istifaya ve/ya emekliliğe zorlanma gibi nedenlerle üniversitelerden ihraç edildiler.  2015’de Akademide Kadın Çalışmaları ve Sorunları Komisyonunca hazırlanan ve YÖK tarafından “Tutum Belgesi” adıyla üniversitelere gönderilen Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi, YÖK’ün ve MEB’in toplumsal cinsiyet kavramının Türkiye’nin, toplumsal değerleri ve kabulleriyle mütenasip” olmadığı gerekçesiyle sonlandırıldı.[8] Bu kararın sonuçlarını uygulamada hemen görmek mümkün oldu: Üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinin kaldırılması, hatta suç sayılarak dersi veren akademisyen hakkında soruşturma açılması gibi pek çok olumsuz gelişme yaşandı. Dahası, bu birimlerin adlandırılmasında YÖK’ün müdahalesi ile “kadın”, “toplumsal cinsiyet” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramları kullanılmamaya başlandı; bunun yerine “kadın ve aile” ya da “kadın ve annelik” gibi adlandırmalar görülmeye başlandı. Türkiye’nin hemen her şehrinde olan üniversitelerde YÖK’ün 2015 yılı Tutum Belgesi ile alınan tavsiye kararına uygun olarak kadın çalışmaları merkezlerinin açılması bu alana yapılan bir diğer müdahale örneği. ‘Tabela merkezler’[9] olarak tanımlanabilecek bu kurumların işlemesi için feminist yöntem ve yaklaşımlara uygun akademik kadrolar bulunmamasının yanı sıra, tam tersinden eleştirel olmayan, eril kabullerle, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten içerik ve yöntemlerle araçsallaştırıldıkları izlenmekte. Oysaki, eleştirel düşünce ve bilgi epistemolojisi içinde kendine yer bulan feminist bilgi üretimi akademik kurumsallaşma ile yaygınlık kazanmıştı.

İçinden geçmekte olduğumuz tarihsel uğrakta yaşanan bu gelişmeler, kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarında epistemolojik bir kopuşa işaret eder mi? Stuart Hall’un deyimiyle, kapıların kapandığı odalara camları kırarak giren akademik feminizm, bilgi üretimi sürecine radikal bir müdahalede bulundu ve kadın/cinsiyet karşıtı siyasal ve akademik düzenlemelere rağmen bu izler devam ediyor.

 

 

[1] Sancar, S. (2003). Üniversitede Feminizm? Bağlam, Gündem ve Olanaklar. Toplum ve Bilim, 97, 164-182; Arat, Y. (1993). Women’s Studies in Turkey: From Kemalism to Feminism. New Perspectives on Turkey, 9, 119-135.

[2] Uçan Çubukçu, S. (2004). Post-1980 Women’s Movement in Turkey: A Challenge to Patriarchy. F. Berktay (Ed.), The Position of Women’s Movement in Turkey and in the European Union: Achievements, Problems, Prospects içinde (s. 55-74). İstanbul: KA-DER Press.

[3] Örneğin 90’ların başında Boğaziçi Ünv.de yazdığım yüksek lisans tezi bunlardan biri: Turkish Feminist Movement in the ‘80s: A Study on Two Feminist Journals: Kaktüs and Feminist (80’li Yıllarda Türkiye Feminist Hareketi: İki Feminist Dergi Karşılaştırması: Kaktüs and Feminist ).

[4] Project Research Group: Karakaşoğlu, Y., Uçan Çubukçu, S., Binder, C. ve Dağ, D.  (January 2017-December 2019). Women’s and Gender Research Centres at Universities in Turkey: Processes of Institutionalization and Transformation in an Interdisiplinary Field between Government and Autonomy. Stiftung Mercator, Contemporary Turkey Studies.

[5] Uçan Çubukçu, S. (2018, May 24). Mapping the level of knowledge in gender studies: A mirror of women’s radicalism in Turkey. Sözlü Sunum, Blickwechsel Conference, Berlin.

[6]  Alkan, A. (2004). Akademik Çalışma ile Kadın Politikası Arasında Bağ Kurmak ya da “Kadınların Bilgisini Kadınlara Geri Döndürmek”. Ankara Üniversitesi KASAUM. http://kasaum.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/34/2013/03/ayten-h.akademik_calisma_ile_kadin_politikasi_arasinda_bag_kurmak.pdf

[7] 11 Ocak 2016’da 1128 akademisyenin imzasıyla açıklanan “Bu suça ortak olmayacağız” adlı barış bildirisi.

[8] www.birgün.net, 11 Eylül 2019.

[9] Uçan Çubukçu, S. (2018, May 24). Mapping the level of knowledge in gender studies: a mirror of women’s radicalism in Turkey. Sözlü sunum, Blickwechsel Conference, Berlin.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 04.10.2021

 

Leave a Reply