Necla Akgökçe

Kadınların ücret karşılığı kitlesel üretim yapan fabrikalarda çalışmasının meşruiyeti, Batı’da ve Doğu’da, mülkiyet hakları, ahlak kuralları ve çalışma yasaları açısından hep tartışma konusu yapıldı. Temel sorun, kadınların bu kadar uzun süre ev dışında kalması esnasında ev ve bakım işlerini kimin yapacağıydı. İşçilerin patronlara karşı ücret dahil ekonomik ve sosyal haklarını korumak ve genişletmek amacıyla kurulan sendikalar, burjuvalara özgü aile modelini savunmakta beis görmediler: Kadınlar evde çalışsın, erkeklere aile ücreti verilsin. Aile ücreti sistemi 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında işçi aileleri için de bir norm haline geldi (Hartmann,1981). Aile ücreti kadın-erkek ücretleri arasında ciddi uçurumun oluşmasına yol açarken, düşük ücretler, ödenmesi gereken aidatların yüksekliği nedeniyle kadınların sendikalara üye olmaları konusunda da ellerini zayıflattı.

Kadınların sendikalara üye olarak kabul edilmeleri de kolay olmadı. Üye olduktan sonra da kadın çıkarlarının temsili ve katılımı tartışma konusu olmaya devam etti.  Ancak feminist hareketin yükseldiği dönemlerde, sendikalarda kadın işçi lehine bazı adımlar atıldığını gözlemliyoruz. Birinci feminist dalgayı takiben İngiltere’de karma sendikalara üye olabilen kadınlar kazanılan oy hakkının yanı sıra iş yaşamında ve sendikal alanda erkeklerle eşitlik istediler. Öncelikli talepleri meslek edinme hakkı, annelik ve doğum izinleri, ağır ve tehlikeli işlerde kadınların çalıştırılmaması, sekiz saatlik işgünü, ücret eşitliği, kreş hakkı gibi haklardı. Kadın taleplerinin sosyalist hareket dolayımıyla etkili olduğu sendikalarda,  birleşik sınıf çıkarları doğrultusunda kadınların bu özgül talepleri sınıf eksenli taleplere eklenerek ikincilleştirildi.

Birinci Paylaşım Savaşı sırasında kadınların, erkeklerin yaptığı işleri rahatlıkla yapabildiği görüldü. Savaş sonrasında kadın nüfusunun bir bölümü evlere çekilse de önemli bir bölümü işyerlerini ve işlerini terk etmedi. Bu durum sendikalara da yansıdı ve konfederasyonlarda kadın işçi çıkarlarına ve sorunlarına odaklanan stratejilerin oluşturulup geliştirilmesi amacıyla örgüt içi kadın yapıları kuruldu. Kadın yapıları ana tüzüklerde tanımlanarak sendikanın kalıcı organları haline gelmeye başladılar.

Sendika ana tüzüğüne göre kurulmuş, sendika bütçesinden pay alan bu yapılar,  ikinci feminist dalgayı (1970’li yılların ikinci yarısı) takip eden yıllarda konfederasyonlara bağlı sendikalara da yayıldı. Kadın komisyonları, 1999 Amsterdam Anlaşması’ndan sonra toplumsal cinsiyeti anaakımlaştırma çalışmaları çerçevesinde, toplumsal cinsiyet politikalarına yöneldi. Bugün dünya sendika örgütlenmelerinde kadın çalışmaları “toplumsal cinsiyet meseleleri” başlığı altında sürdürülürken, birliklere bağlı sendikaların önemli bir bölümünde kadın, eşitlik ve toplumsal cinsiyet çalışmaları birlikte yürütülüyor.

Örgüt olarak sendikaların cinsiyetçi yapısına müdahale etmek ve kadın temsilini artırmak amacıyla, epey uzun süredir tartışılan kota ve parite gibi daha radikal olumlu ayrımcılık önlemleri ise Dünya Sendikalar Birliği (ITUC) tüzüğüne ancak geçtiğimiz yıllarda yansıtıldı, kota uygulaması bir tavsiye kararı biçiminde konularak yumuşatıldı.

Osmanlı İmparatorluğunda kadınlar sosyal hak olarak istihdam hakkını erkeklere göre oldukça geç bir tarihte, 2. Meşrutiyet’ten (1908) sonra kazandılar. Sendikaların kurumsal tarihlerine baktığımızda kadın işçi deneyimlerine pek rastlayamayız, fakat cinsiyetçi tarih yazımının perdesini aralayıp, buradan sızan deneyimler hep oldu. 22 Ağustos 1876’da Feshane’de çalışan 50 kadar Rum ve Ermeni kadın işçinin ücretlerin ödenmesi için Babıali’ye yürümesi böyle bir eylemdir. 1908’den sonra kurulan, Amele Cemiyetleri içinde kadınların kendilerine bir yer edinmeleri Batı’daki gibi sancılı oldu. Kavala’daki Tütün Amelesi Saadet Cemiyeti de sektörde çalışanların büyük çoğunluğu kadın olmasına rağmen, onları üye kabul etmedi. Kadınlar cemiyete 1913’ten sonra üye olabildiler (Yıldırım, 2013).

Grev ve direniş alanları sendikalarda kadınların en fazla görünür olduğu yerlerdi. 1963 yılında yürürlüğe giren 274 Sayılı Sendikalar Kanunu’ndan sonra, Petrol- İş Sendikası’nın ilk grevi olan Berec Fabrikası Grevi’nde de kadınlar öndeydi. Ancak grev sonucunda imzalanan toplu sözleşmede erkek işçiler için askerlik tazminatı talepler içinde yer alırken, dönemin iş kanununda bulunan doğum izinleri listede yoktu (Yici, 2010).

Birleşmiş Milletler’in 1975’i Kadın Yılı ilan etmesi, Türkiye sendikalarını kadınlara yönelik eşitlik taleplerini gündeme almasına meşru bir zemin hazırladı. DİSK’te kadın çalışmalarına İlerici Kadınlar Derneği (İKD) öncülük etti. Türk-İş’te bu görevi, Amerika’da feminist istihdam kuruluşlarının zorlamasıyla sendika içi kadın çalışmalarına yönelen Uluslararası Hür Sendikalar Birliği (ICFTU) yerine getirdi. Sendikalarda gerçekleştirilen pek çok tartışma ve eğitim çalışması ve kadın etkinliklerine rağmen, ne sendikal talepler ne de sendika içi eşitsizler açısından kadınlar lehine kalıcı bir değişim olmadı. Bu çabalar sendika politikalarına dönemsel olarak etki edebildi.

Türkiye’de de 80’li yılların ikinci yarısından 2000’lerin başlarına kadar sendikalarda kadın çalışmaları alanında bir hareketlenme gözlemliyoruz. Türk-İş’in 1989 tarihinde, 300 kadın işçinin katılımı ile İstanbul’da düzenlediği Çalışan Kadınlar Birinci Ulusal Kurultayı; DİSK’in 1990’larda kadın taleplerine yaptığı vurgu ve kadın bürosu tartışmaları; Aralık 1995’te kurulan Kamu Emekçileri Sendikası (KESK)’in ilk genel kurulunda kabul ettiği sendika içi kadın çalışmalarını kurumsallaştırma örneği olan kadın sekreterliği uygulaması bu dalganın başlıca örnekleridir.

2000’li yıllar feminist gündemlerin sendikalara en fazla taşındığı yıllar oldu. Bu ilişkinin inşasında 2003 yılı Ocak ayından itibaren Petrol-İş Sendikası bünyesinde çıkarılmaya başlanan Petrol-İş Kadın Dergisi’nin önemli rol oynağı söylenebilir.

Kadına yönelik suçların kovuşturulmasında “kadının beyanı esastır” ilkesi de feminist hareketle etkileşimin bir ürünü olarak sendikalara yine bu yıllarda (2011’de Petrol-İş Sendikası, 2013’te de Türkiye Gazeteciler Sendikası) girdi.   Ayrıca bu ilke Birleşik- Metal İş’in bazı toplu sözleşmelerine de taşındı.

Ev içi şiddete karşı toplu sözleşmelerin bir araç olarak kullanılması, sendikal harekete Kürt Kadın Hareketi’nden kadın belediye başkanları aracılığıyla girdi.  Seyhan Küçükdikili belediyesi başkanı Leyla Güven, 15 Aralık 2005 yılında Genel İş Sendikası ile imzaladığı iki yıllık toplu iş sözleşmesine eşine şiddet uygulayan sendika üyesi erkeğin ücretinin yarısının kesilerek şiddete uğrayan kadına verilmesi yaptırımını getirdi.

2016 yılından itibaren dünyayı sarsan feminist grevler ve işyerlerinde cinsel tacizi deşifre eden #Me-too hareketinin de zorlamasıyla 2019 yılında, iş yerinde her türlü şiddetin ve tacizin önlenmesine yönelik ILO 190 Sayılı Sözleşmesi çıkarıldı.  Bu sözleşmenin önemi, ev içinde yaşanan şiddetin işyeri şiddeti üzerindeki etkilerini kabul etmesidir. Yine,  Birleşik Metal İş Sendikası 2019 tarihli Genel Kurulu’nda, tüzüğünü toplumsal cinsiyet perspektifi ile gözden geçirerek, “cinsel kimlik ve cinsel yönelime” dayalı ayrımcılıklara karşı mücadele taahhüdünü ekledi (Türer, 2020). Ayrıca sendika içi kadın örgütlenmesini de tüzük ile garantiye aldı. DİSK ise 2020’deki Genel Kurulu’nda ana tüzüğünde tanımlanan kurullar listesine kadın temsilciler kurulunu da ekledi ve cinsiyete dayalı bir uzmanlık dairesi tanımlaması yapıldı.

Türkiye sendikaları bugün kadına yönelik ayrımcılıkların ortadan kaldırılmasına yönelik kadın çalışmaları, bunu yürütmek amacıyla kurulan kadın komisyonları ve kadın uzmanlık daireleri konusunda bir miktar ilerleme kaydetti. Fakat cinsiyet esasına göre katmanlaşmış emek piyasalarında hareket eden sendikalarda, erkek merkezli örgütlenme anlayışı, hiyerarşik düzen ve delege seçim sistemleri, sendika içi gündelik cinsiyetçi kültür, dil, normlar, değer yargıları varlığını sürdürüyor. Tam da bu nedenle sendikalarda kadın politikaları da hâlâ erkeklerin kontrolünde ve onların çizdiği sınırlar dahilinde yapılabiliyor. Sendikaların dönüşümü ve kendi içlerinde cinsiyet temelli bir demokrasinin inşası ise içeride yürütülen kadın ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının yanı sıra dışarıda güçlü, bağımsız bir feminist hareketin varlık ve basıncına bağlı gibi görünüyor.

 

Kaynakça

Yıldırım K. (2013). Osmanlı’da İşçiler, (1870-1922) Çalışma Hayatı Örgütler, Grevler. İstanbul:  İletişim Yayınları

Türer A. (2020). Industrial Sanayi İşçileri Sendikası, Türkiye’deki Üye Sendikalarda Kadın Temsili ve Kadına Yönelik Faaliyetler Haritalama Çalışması,  İstanbul.

Yici Ö. (2010) Kırkbir uzun gün Berec Grevi, İstanbul: Tüstav-Sosyal Tarih Yayınları

Hartmann, H. I. (1981). Women and revolution: A discussion of the unhappy marriage of Marxism and feminism (No. 2). South End Press.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 24.01.2022

 

Leave a Reply