Dalya Hazar Kalonya

Cadı, birçok din, mitoloji, folklor ve masalda kötü amaçlara hizmet eden, doğaüstü güçleri olduğuna inanılan ve sıklıkla büyücülükle ilişkilendirilen kişi anlamına gelmektedir. Genellikle sivri başlıklı ve süpürgeyle uçan ürkütücü bir kadın olarak çizilen cadı figürü, TDK’da “kötülük yaparak başkalarına zarar veren kadın” olarak tanımlanmıştır. Peki gerçekte cadı neyi temsil etmektedir?

Feodalizmden evrilen kapitalist karşıdevrim öncesinde yükselen komünal mücadeleler, Binyılcı ve heretik hareketler, alternatif komünal yaşam modelleri inşasında tabandan gelen kadın hareketleri ve daha eşitlikçi ilişkiler kuran ilk örgütlü kalkışmalar, feodal iktidara karşı yükselen mücadeleler içinde doğmuştur. Binyılcı hareketler örgütsel bir program olmadan kendiliğinden ortaya çıkan reaktif hareketler iken; heretik halk hareketleri yeni bir toplum yaratmayı amaçlayan, eşitlik talebi üzerinden temellenen, köylü ve kentli işçilerden oluşan proletarya isyanıyla doğmuş bir alt sınıf hareketidir.

Ortaçağ Avrupası’nda işkence ile özdeşleşen Engizisyon mahkemelerinin kuruluş amacı, heretik halk hareketini ortadan kaldırmaktır.[1] Bu muhalif hareket içerisinde birçok mezhep bulunmuştur: Katharlar, Waldensçiler, Lyon Fakirleri, Spiritüeller, Apostolikler, Dolcinocular vb. yeni panteist mezhepler (Vauchez, 1990). Kadın heretikler, serflerin en alt tabakalarından gelmiş ve zaman zaman kendi topluluklarını kurarak gerçek bir kadın hareketi oluşturmuştur (Koch, 1983).

Cinsel arzunun kadınlara erkekler üstünde güç sağladığını fark eden kilise, topluma kadınlardan ve cinsellikten uzak durmayı salık vermiştir. Kadınlar üzerindeki bu cinsel denetim ihtiyacı, 12. yüzyılda evlilik kurumunun kutsallaştırılması ile artmış ve kadın cinselliği politikleştirilmiştir. Daha özgür bir cinsellik benimseyen heretiklerin cinselliğe ve üremeye dair yaklaşımlarında Ortaçağa özgü doğum kontrol yöntemlerinin öncülleri görülmektedir. Kadın heretiklerin, kendi üreme işlevleri üzerinde kontrol sahibi olması ve gebelik önleyici yöntemleri kilise tarafından kara büyü ile ilişkilendirilerek cadı avları sırasında suç unsuru olarak kullanılmıştır.

14. yüzyılda Avrupa’nın üçte birini yok eden veba salgınının ardından nüfusun kritik bir noktaya gelmesi ve buna paralel artan emek krizi sonunda heretiklere uygulanan şiddet artmış ve siyasi otoriteler tarafından proleter kadın ve erkeklerin dayanışmasını bölen cinsel politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Örneğin Fransa’da belediye yöneticileri, “alt sınıftan kadınlara” tecavüzü fiilen suç olmaktan çıkarmış ve belediye genelevleri yoluyla Avrupa’da fahişeliği kurumsallaştırmıştır. Bu durum feodalizm karşıtı mücadeleleri baltalayarak işçi sınıfı için yıkıcı sonuçlar doğurmuştur ve fakat en ağır bedeli yine proleter kadınlar ödemiştir.

Bu dönemde özellikle doğurganlık meselesi ekseninde dayatılan cinsel politikalar üzerinden toplumun kadına karşı şiddete karşı duyarsızlaştırılarak cadı avlarına zemin hazırlandığı düşünülmektedir. Kilise, heretik figürü git gide kadınla özdeşleştirmeye başlamış ve hayvanlara tapmak, ormanda ayin yapmak, uçmak ve çocukları kurban etmekle itham ettiği (proleter) kadınları “Luciferciler” adında bir mezhebe üye olmakla suçlamıştır. 15. yüzyıl itibariyle heretiklere karşı yapılan saldırıların ana hedefi cadılar haline gelmiştir. Cadı avları sürecinde öne çıkan üç suçlamanın, zina, örgütlülük ve tıbbi eylemler (şifacılık, ebelik vb.) olduğu görülmektedir. Literatür, modern tıbbın cadı ilan edilen kadınların örtük bilgi ve deneyimlerinin çitlenmesiyle ortaya çıktığına dikkat çekmektedir (Ehrenreich & English, 1973; Federici, 2004).

Heretik hareketin bastırılması sürecinde Giordano Bruno gibi filozoflar dahil olmak üzere, çoğu kadın yaklaşık 60.000 kişi Engizisyon mahkemeleri tarafından işkenceye uğramış ve katledilmiştir. Bu soykırım, mahkemelerin 19. yüzyılın başında Napolyon Bonapart tarafından kapatılması ardından ise algısal olarak devam etmiştir.

Federici (2004) Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim kitabında tarihsel süreçteki cadı avlarını feminist perspektiften incelemektedir. İlkel birikim, müşterekler üzerindeki çitleme hareketleri ve mülksüzleştirerek birikim süreçlerini kadınların kendi bedenleri, cinsellikleri ve üreme kapasiteleri üzerindeki kontrollerinin suç unsuru haline getirilerek çitlenmesi ve yeniden üretim emekleri ile toplumsal konumlarının sistematik olarak değersizleştirilmesi bağlamında ele almıştır. Cadı avlarının, kapitalist ilkel birikim süreçleri paralelinde yeni dünyanın sömürgeleştirilmesinde ciddi rol oynadığını ifade etmektedir. Sömürgeleştirilmiş ve geri kalmış kimi bölgelerde (ör. Afrika, Hindistan) cadı avlarının halen devam ettiği görülmektedir.

Kadınların emek gücü “kadın işi” olarak doğallaştırılarak, sınıf ilişkileri cinsiyete dayalı eşitsiz iş bölümü üzerinden yeniden tanımlanmış ve tarihsel süreçte devlet, kilise (din) ve kapitalizm eliyle bilinçli şekilde görünmez kılınmıştır (Federici, 2004). Ekofeminist araştırmalarda sıklıkla dile getirildiği üzere, bu durum günümüzde de devam etmektedir. Shiva (1992), Hindistan’daki kadın çiftçilerden yola çıkarak geleneksel tarım, hayvancılık ve ormancılık uygulamalarında kadın emeğinin nasıl örtük kaldığına dikkat çekmektedir. Kadınların üretim ve toplumsal yeniden üretim sürecinde bizzat biyoçeşitliliği sürdürülebilir kılarak harcadıkları emek-zaman, halen doğanın kendiliğinden üretkenliğinin bir parçası olarak kabul edilmektedir (Rocheleau, 1995; Zweifel, 1997; Howard, 2003; Deda ve Rubian, 2004).

Musevilik ve Hristiyanlık apokrif inançlarında, Âdem’in ilk eşi Lilith’in eşine baş kaldırdığı, büyü yaptığı ve bebekleri öldürdüğü gerekçesiyle tarihteki ilk cadı olarak tasvir edilmesi tesadüf değildir. Bu algı özellikle çocuk masalları ve filmlerindeki kötü karakterlerin cadı olması ve hatta çocuk yemesi (bkz. Hansel ile Gretel) ile de pekiştirilmiştir. Bu durum Heretik hareketin doğum kontrol ve kürtaj yöntemlerine yaptıkları bir göndermeden başka ne olabilir? Son yıllarda yükselişe geçen feminist hareketle birlikte artık “beyaz atlı prens” tarafından kurtarılmayı beklemeyen güçlü kadın karakterler ile “kötülerin” perspektifinden hikâyeyi anlatan çocuk filmleri dikkat çekmektedir. Bu durum, cadı figürü üzerindeki algının sonunda kırılmaya başladığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Türkçe gündelik dilinde “cadı” sözcüğünün “çatışmacı”, “kavgacı”, “fettan” kadına karşılık kullanıldığı görülmektedir. Büyük ölçüde Batı kaynaklı masallardan kaynaklanan bu durum, kadınları “masum prenses / cadı ikiliğine” hapseden ve kadın dayanışmasını bölen bir unsurdur. Ancak, üniversitelerde kadınların yaşadığı sorunları merkezine alan feminist oluşum “Kampüs Cadıları” ve feminist protestolarda görülen kimi dövizler (ör. “Öldüremediğiniz Cadıların Torunlarıyız”) artık cadı figürüne daha fazla kadın tarafından sahip çıkıldığının göstergesidir. Bugün, Türkiye’de kadına karşı soykırıma varan organize şiddet karşısında tabandan yükselen feminist hareketler, İstanbul Sözleşmesi tartışmaları ve cadılaştırılmaya çalışılan kadınlar ve LGBTİ+ bireyler ekseninde cadı figürünün tarihsel belleğinin daha yakından incelenmesi gerektiği görülmektedir.

 

Kaynakça

Deda, P. & Rubain, R. (2004). Women and biodiversity: The long journey from users to policy-makers. Natural Resources Forum, 28, 201-204.

Ehrenreich, B. & English, D. (1992) [1973]. Cadılar, Büyücüler ve Hemşireler (E. Uğur, Çev.). İstanbul: Kavram Yayıncılık.

Federici, S. (2019) [2004]. Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim (B. Tanrısever vd., Çev.). İstanbul: Otonom.

Howard, P. (2003). The Major Importance of ‘Minor’ Resources: Women and Plant Biodiversity. London, UK: International Institute for Environment and Development (IIED).

Koch, G. (1983). La Donna nel Catarismo e nel Valdismo Medievali, in Medioevo Ereticale, a cura di Ovidio Capitani, Il Mulino, Bologna.

Rocheleau, D. E. (1995). Gender and Biodiversity: A feminist political ecology perspective. IDS Bulletin, 26 (1), 9-16.

Shiva, V. (1992). Women’s indigenous knowledge and biodiversity conservation. India International Centre Quarterly, 19 (1/2), 205-214.

Vauchez, A. (1990). Ordini Mendicanti e Societa İtaliana XIII-XV Secolo. Milano: Mondadori.

Zweifel, H. (1997). The gendered nature of biodiversity conservation, NWSA Journal 9 (3), 107-123.

 

[1] Umberto Eco tarafından yazılan Gülün Adı (1980), Jeanne d’Arc (1999) ve İspanya’daki cadı avlarını anlatan Kurtuluş Ayini (2020) gibi sayısız kaynak Avrupa’nın bu karanlık dönemine ışık tutmaktadır. Jeanne d’Arc ölümünden 500 yıl sonra kendisini yakan Fransız Katolik Kilisesi tarafından “azize” ilan edilmiştir.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 13.08.2021

 

Leave a Reply