Feminist kriminoloji, erkek merkezci (androsentrik) perspektifin baskın etkisi ile suçu ve suçluluğu “erkeğe özgü” kavramlarmışçasına inceleyen, kadınların kriminal kimliğini görmezden gelen klasik suç bilimi teorilerini yerle bir eden feminist bir yaklaşımdır (Klein ve Kress, 2014). 1970’li yılların sonu 1980’lerin başı itibariyle, Kuzey Amerika ve Britanya akademisini hayli meşgul eden ve kadının suça müdâhil olmasını, birebir iştirakini ve özellikle de şiddet içeren suçlar söz konusu olduğunda fail statüsü edinmesini incelerken eşitlikçi bir yaklaşım sunan feminist kriminoloji, kadınların da en az erkekler kadar suç işleyebilme kabiliyeti olduğunu vurgular. Bunu vurgularken şiddeti ve şiddet içeren suçları teşvik etmek amaçlanmaz. Hedef, kadınların kriminal kimliklerine temsiliyet hakkı tanımaktır. Kadınlar, patriarkal düzenin yerleştirdiği ahlaki normlar ve kurallar gereği sosyal ve iktisadi yaşamda çok daha az yer alıyor olmasına rağmen, kadınların işledikleri suç türleri ve cezai kurumlar içerisinde temsil ettikleri sayılar ve oranlar azımsanmayacak kadar önemli bir yer tutmaktadır. Feminist kriminoloji bu noktada en büyük atılımlarından birini yaparak, kadını suç işlemeye muktedir görmeyen erkek merkezci bakışa, sayısal ve diğer ampirik verileri ustaca kullandığı sosyo-psikolojik analizlerle kafa tutarak işe başlar. Erkek egemen bakışın, kadınları biyolojik ve psikolojik açıdan şiddet içeren yaralama ve cinayet gibi suçları işleyemeyecek kadar hassas, kırılgan ve yetersiz görmesini eleştiren feminist kriminoloji, hem tarihsel hem de güncel bağlamlarda; kadının her türlü suça müdahil olmaya mental ve psikolojik yetkinliği olduğunu savunur (Lombroso ve Guglielmo, 2004). Doğurganlık ve anne olma kabiliyetlerinin kadınları şiddet içeren suçlardan uzak tuttuğunu iddia eden klasik kriminoloji, “kırılgan” ve “şefkatli” olarak nitelediği kadınları, yalnızca cinsel suçlarla yan yana getirir. Feminist kriminologlar, cinselliğe karşı geliştirilen ahlaki ve toplumsal normlar ortadan kalkmadığı sürece fahişeliğin kadınların işlediği en önemli “suçlardan” biri olarak kalacağını ve kadın-erkek cinselliğinin tabulaştırılmasının bu durumu beslediğini kabul eder.
Feminist kriminal yaklaşım, kadının suç işlemesini, “nefs-i müdafaa, öz savunma, kurbanlaştırma ve insandışılaştırma” gibi dört temel argüman ile açıklayan, tabir-i caizse kadının failliğini yok etmeye çalışan ve “fahişeliğe indirgeyen” erkek merkezci kriminal perspektife karşı (Pollak, 1950), kadınların sosyal ve ekonomik yaşamda erkeklere nazaran düşük oranda yer almasına rağmen, reddedilemez bir biçimde çeşitli suçların faili (offender) olabilmesine dikkat çeker. Erkek egemen görüş, şiddete ve tehlikeye karşı kendini müdafaa etmeye çalışan kadının “istemeden” ve “niyeti dışında” suça bulaşması haricindeki ihtimalleri görmezden gelirken, feminist kriminoloji “kurban” (victim) rolünden çıkarılmış, planlı, organize ve zaman zaman da örgütlü bir şekilde şiddet içerikli suçların faili olan kadınların öznelliğini ve kriminal kimliğini ön plana çıkarmayı tercih eder. Kadınların, ne biyolojik ve psikolojik hassasiyetlerinin ne de domestik alanlara kapatılmasının suç işlemelerine engel teşkil ettiğini, suçu ve şiddeti övmeksizin ileri sürer.
Buna ek olarak, erkek merkezci kriminoloji kadınları, “şiddet içeren” suçlara bulaştıkları andan itibaren, kişilik ve kimliklerinden arındırarak (depersonalization), insandışılaştırılmaya (dehumanization) varan bir “faillik” inkârına maruz bırakmaktadır (Pollak, 1950). Radikal, bir diğer deyişle klasik kriminolojinin ısrar ve sebatla sürdürdüğü “fail kadını” yeniden kimliklendirme (re-identification) çabası, kriminal literatürde fail kadınların sapkın, akıl hastası, cadı, vahşi kurt, dişi kaplan gibi insandışı ve metafizik unsurlarla bezeli biçimde temsil edilmesinin yolunu açar (Rache, 1975). Kadınların kasti olarak yahut “niyeti dışında” cinayet (homicide) faili olması da, öz savunma (self-defense) sonucu suç işledikleri kabulü veya akıl sağlıklarını yitirdikleri (cinnet geçirdikleri veya şeytana uydukları) gerekçesi ile açıklanır. Bu yolla, kadın failliği bir kez daha ortadan kaldırılır. Bu indirgemeci yaklaşım, temelde kadınların müdahil oldukları (fail yahut kurban olarak) suçların çoğunlukla kapalı kapılar ardında gerçekleşmesinden kaynaklanır. Bir diğer deyişle, kadınların domestik alanlarda varlığını sürdürmesi suçun, evlerde, yatak odalarında ve diğer kapalı alanlarda işlenmesine ve kadın failliğinin gizli kalmasına yol açmaktadır. Bu durum, erkek merkezci kriminologlar tarafından indirgemeci yaklaşımı destekleyen bir diğer argüman olarak kullanılır (Worral, 1990).
80’li yılların başında, kadın çalışmaları kürsülerinde ve feminist aktivist örgütlenmelerde (özellikle hapishane aktivistleri arasında) yepyeni bir feminist söylem oluşturarak fırtınalar estiren kriminologlar ve teorisyenler, kadının modern yaşamda hissedilir biçimde görünür olmasını, iktisadi yaşama dâhil olmasını ve üretim ilişkilerindeki aktif rolünü de hesaba katarak, kadın suçluluğunu psikolojik ve reflektif nedenlerle açıklanmaktan kurtarırlar. Böylece kadın suçluluğu toplumsal bir mesele haline getirilir (Rowbotham 1973). Bu yeni bakışla, sınıfsal ve etnik farklılıklar ve sosyo-ekonomik koşulların etkisi, kadın suçluluğu ve failliğini etkileyen temel unsurlar olarak kabul edilir (Adler, 1979; Klein, 1973). Hatta 1980’lerin sonu itibariyle kadın hareketinin yükselişinin ve kadının modern dünyada sesini belirgin şekilde yükseltmesinin, kadınların adi suçlara bulaşma oranını yükselttiği düşünülür. Burada mesele, suçun niceliğinden ziyade niteliğinin değişmesidir. Kadının ekonomik yaşama doğrudan katılması ile birlikte hırsızlık, dolandırıcılık, zimmete para aktarma vb. gibi mali suçların kadınlar arasında ciddi bir yükseliş kaydetmesi kaçınılmaz olmuştur (Klein and Kress, 1976).
Öte taraftan, feminist kriminologlar adli ve cezai kurumlarda azımsanmayacak sayı ve oranlarla varlığını sürdüren kadınların yargılama ve cezalandırma aşamalarında maruz kaldıkları ayrımcılık türlerine evrensel örnekler sunar ve bunları analiz eder. Eşit ve adil yargılanma süreçlerini olumsuz etkileyebilen erkek merkezci yaklaşım, kadın suçluluğunu ciddiye almayarak toleranslı yargı usullerinin oluşmasına olanak sağlarken, zaman zaman da cezai kurumlarda kadınların yararınaymış gibi görünen, ancak yine eril bakışın yarattığı eşitsizlikten türeyen uygulamaları (örneğin, bedensel cezalardan muaf tutma) teşvik edebilmektedir (Rafter, 1985). Kadınlar sınıfsal statüleri, etnik ve dini kimlikleri, “annelikleri” ve “doğurganlıkları” gerekçe gösterilerek failliklerinden sıyrılabilir ve bu da yargısal ve cezai yaptırımların uygulanmasında kadın-erkek eşitsizliğini belirginleştirdiği gibi, kadınların cinsel ve finansal olarak istismarının yolunu açar (Rafter, 1985). Feminist kriminoloji, kadın bedeninin fizyolojik yapısının özel bir takım ihtiyaçlar doğurduğunu kabul ederken, kadın suçluluğunun küçümsenmesinin bir parçası olarak ortaya çıkan toleranslı ve “pozitif ayrımcılık” gibi gösterilen yargılama ve cezalandırma pratiklerini desteklemekten uzak durur (Worral, 1990). Kısaca, feminist kriminoloji, “suç, cezai kurumlar ve uygulamalar erkeğe aittir” anlayışından kurtulunması gerektiğini salık verir. Eşit ve adil yargılama-cezalandırma pratiklerinin yolunu açarken, bir yandan da cezai kurum çalışanlarının gerçekleştirdiği cinsel ve finansal istismara mani olmaya çalışır (Chesney Lind and Pasko, 2004).
Sonuç olarak, feminist kriminoloji öncelikle, kadınların kriminal kimliklerini patriarkal düzenin inkârcı yaklaşımından kurtarır, kriminal kadın sübjektivitesini yeniden kurgular, kimliksiz ve kişiliksizleştirilen kadın faillere yer tanır. Bu anlayışın devamı olarak, adli ve cezai hoşgörüyü eşitsiz bulmasının yanı sıra, kadınların fizyolojik ve psikolojik gereksinimlerinin yargı ve cezalandırma kurumları tarafından göz önünde bulundurulmasını önerir. Kadın suçluluğunu patriarkal düzenin argümanlarını kullanarak yalnızca cinsel suçlara indirgeyen ve suç işlemeye muktedir olmayan kadın profilleri kurgulayan anlayışa savaş açan feminist kriminoloji, günümüzde halen gelişimini sürdüren feminist bir suç bilimi yaklaşımıdır.
Kaynakça
Adler, F. (1979). Sisters in Crime: The Rise of the New Female Criminal. New York: McGraw Hill.
Chesney Lind, M. and Pasko, L. (2004). The Female Offender: Girls, Women, and Crime. New York: Sage Publications.
Klein, D. (1973). The Etiology of Female Crime: A Review of the Literature. Issues in Criminology, 8 (2), 3–30.
Klein, D. and Kress, J. (2014). Any Woman’s Blues: A Critical Overview of Women, Crime, and the Criminal Justice System. Social Justice “40th Anniversary Issue: Legacies of Radical Criminology in the United States”, 40 (1/2- 131-132), 162-191.
Lombroso, C. and Guglielmo, F. (2004). Criminal Woman, the Prostitute, and the Normal Woman (N. Hahn Rafter and M. Gibson, Trans.). Durham & London: Duke University Press.
Pollak, O. (1950). The Criminality of Women. Philadelphia: University of Philadelphia Press.
Rache, C. (1975). The Female Offender as an Object of Criminological Research. In M. Annette (Ed.), The Female Offender (pp. 301-320). Broadsky, London: Sage Publication.
Rafter, N. (1985). Partial Justice: Women in State Prisons 1800–1935. Boston: Northeastern University Press.
Rowbotham, S. (1973). Woman’s Consciousness, Man’s World. New York: Penguin Books.
Worral, A. (1990). Offending Women: Female Lawbreakers and the Criminal Justice System. London: Routledge
Yayınlama Tarihi: 09.06.2023