Emine Sevim

Yirminci yüzyılda kategorik olarak kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini karakterize etmek için “erkek egemenliği (male dominance)” kavramı kullanılmıştır (Sanday, 2001: 9143). Cinsiyet ilişkilerinin heteronormatif ikilikler etrafında değerlendirildiği dönemlerden günümüze kadar cinsiyet çeşitliliği ve cinsel yönelimlerdeki farklılıklar, biyolojik cinsiyetin performatifliği gibi tartışmaların gelişmesiyle derinlik kazanmıştır. Bu tartışmalar ise temel zeminini ataerki (patriarchy) üzerine yazılan teorilerden almaktadır. Toplumsal cinsiyet sistemi içindeki ezme/ezilme ilişkilerini açıklamaya çalışan bu teorilerde erkek egemenliği, eril iktidar (men’s power) (Carrigan, Connell ve Lee, 1985), eril tahakküm (masculine domination) (Bourdieu, 2014), hegemonik erkeklik (hegemonic masculinity) (Connell, 1988) ve erkeklerin hegemonyası (men’s hegemony/hegemony of men) (Hearn, 2004) kavramlarının kullanıldığını görmekteyiz. Bu durum teorik olarak iktidar, tahakküm ve hegemonya kavramları üzerine düşünmeyi ve aralarındaki farklılıkları açıklamayı gerektirir.

İktidar ilişkilerini stratejik oyunlar olarak gören Foucault’ya göre (2014: 245), bu ilişkilerde birileri başkalarının davranışlarını belirlemeye çalışır, ‘ötekiler’ ise buna izin vermemeye ya da karşılık olarak onların davranışlarını belirlemeye çalışır. Buradan hareketle, iktidar ilişkilerinin, etkileşim halindeyken bazen açık/görünür bazense derinlerde/örtük biçimlerde belirdiğini ve insanların yaşamında sorunlara neden olduğu kadar çözüm ve uyum pratiklerinin geliştirilmesini de gerektirdiği için ilişkilerin dinamik yapısını beslediğini söyleyebiliriz. Nitekim bunu “sevginin, tutkunun, cinsel zevkin bir parçası” olarak ifade eden Foucault (2014: 244) iktidar ilişkilerini tahakkümden ayırır ve bu kavramlara açıklık getirir. Buna göre tahakküm durumları (ya da olguları) “iktidar ilişkilerinin, değişken olmak ve farklı partnerlerin bu ilişkileri değiştiren bir strateji uygulamalarına olanak tanımak yerine, kendilerini sabitleşmiş ya da tümüyle engellenmiş halde bulduğu durumlardır” (Foucault, 2014: 224). Hegemonya kavramı ise iktidar ve tahakkümden farklı olarak rıza inşasına ve bunun toplumsallaşmış biçimlerine vurgu yapar.

Eril tahakküm; eril iktidar, erkek egemenliği kavramlarından farklı olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin içselleşmiş ve bedenselleşmiş formlarını ön plana çıkarır. Eril tahakküm toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklerin yeniden üretiminde erkeklerin kadınlar, LGBTİ+’lar, çocuklar üzerindeki tahakkümünü açıklamakla birlikte, farklı erkekliklerin birbirleriyle ilişkilerindeki tahakküm biçimlerini de açıklamaya yardımcı olan bir analiz kategorisi olarak kullanılır. Pierre Bourdieu’nün 2001’de İngilizceye çevrilen Eril Tahakküm başlıklı çalışması bu konudaki tartışmaları derinleştirmiştir. Kitapta eril tahakküm birbiriyle iç içe geçen üç toplumsal açı üzerinden açıklanmaktadır: (i) eril tahakkümün tarihsizleştirilmesi yoluyla doğallaşması ve bedenselleşmesi, (ii) eril tahakkümün bedenselleşmesinin bilinç dışına etkisi, (iii) eril tahakkümün toplumsal yeniden üretiminde cinsiyetlenmiş bireylerin ve kurumların failliği (Bourdieu, 2014).

Bu çerçevede özetlemek gerekirse eril tahakküm, toplumsal olarak inşa edilmiş cinsler arasındaki farklılıkların, toplumsal düzenin gerçekliğine ve bilişsel şemalar biçiminde öznelliğe kazınmış hallerine tekabül eder (Bourdieu, 2014: 22-23). Toplumsal düzenin gerçekliğinde tahakküm ilişkisi işbölümü aracılığıyla; öznellikte ise bedenin cinsiyetlendirilmesi ve denetimi aracılığıyla doğallaştırılır (22). Bu noktada bedenin ve hareketlerinin ne tam olarak belirlenebilir ne de belirlenimden tamamen azade olduğu esasından hareketle; eril tahakkümün, erkekmerkezli aklın esaslarını temel alan toplumsal mekanizmalarla, tahakküm eden kadar edilenin de kabullendiği bir ilke olarak içselleşmesine vurgu yapılmaktadır (11-12). Bourdieu, bu içselleşmeyi söyle izah etmektedir:

“Eril düzenin gücü, kendi haklılığını ispat etmeye yeltenmemesinde görülür: erkekmerkezli görüş kendini yansız gibi dayatır ve onu meşrulaştıracak söylemlerde dile getirilmeye ihtiyaç duymaz” (7).

Eril tahakkümün toplumsal ve tarihsel olarak kurulmasına rağmen, nasıl tarih dışı bir kategori olarak değerlendirildiğini, ebedileştirildiğini, doğallaştırıldığını ve içselleştirildiğini ele alan Bourdieu (Türk, 2008: 131), erkekmerkezli toplumsal düzendeki cinsellik, cinsiyete dayalı iş bölümü, kamusal alan-özel alan ayrımı (mekanın yapısı), zamanın yapısı gibi zeminlerle eril tahakkümün tasdiklendiğini ifade eder. Benzer biçimde Şora’ya göre (2011: 41), “Aile hayatı ile evin dışındaki toplumsal yaşamın neden farklı ahlaki, hukuki ve siyasal ilkelerle inşa edildiğini anlamak, aynı zamanda toplumsal olanın dişil ve eril anlamlar taşıdığını görmek ve bunun olanaklı kıldığı eril tahakkümü ve cinsiyete dayalı iktidar ilişkilerini anlamak demektir”.

Eril tahakkümün bedenselleşmesi diyalektik bir süreci de beraberinde taşır. Tahakkümün bu özgün biçimindeki “zor veya “baskı” ile “gönüllü, özgür, düşünülmüş, hatta hesaplanmış itaat” ilişkisi kendiliğinden gelişen yatkınlıklar ile aşılır ve böylece doğal kabul edilir. Bourdieu eril tahakküm ile dişil itaatin bu paradoksal mantığı üzerinde dururken (2014: 54), bunun hem kolektif hem de bireysel bilinç dışına etkisini analizine dahil eder. Bu iç içe işleyen bir dinamik mekanizma gibidir; cinsiyetlendirilmiş bilinç dışının şemaları toplumsal uzamdan kaynağını alan tarihsel yapılar olarak bireylerin bu uzamdaki deneyimleri ve öğrenmeleriyle yeniden üretilir (131).

Tüm bu ilişkisel sürecin yapıya işaret eden ve bunun aşılmasındaki zorlukları anlatan bir formu olduğu söylenebilir. Ancak bu, öznenin toplumsal yeniden üretimde rolü ve katkısı olduğu gerçeğini göz ardı etmemize neden olmamalıdır. Eril tahakkümün yeniden üretimde kurumlar (aile ve din gibi) ve özneler, faillik üstlenmektedir. Burada tariflenen diyalektik süreç, aynı zamanda eril tahakkümün ortadan kaldırılmasının imkanlarını içermektedir. Kurumların değişebilir olması ve bilinçli öznenin failliğinin kolektif eylemlerin de etkisiyle eril tahakkümün aleyhine işleyebilir olması, bunun ortadan kaldırılmasını olanaklı hale getirir. Tüm bu nedenlerle feminist mücadelenin ataerkiye ve onun uzantılarına karşı yürüttüğü mücadelede, tüm diğer hareketlerden farklı olarak bireylerin farkındalıklarını yükseltmesi ve dönüşümü toplum-birey diye ayırmadan topyekun hale getirmesi önemlidir.

 

Referanslar

Bourdieu, P. (2014). Eril Tahakküm (B. Yılmaz, Çev.). İstanbul: Bağlam Yayıncılık.

Carrigan, T., Connell, B. ve Lee, J. (1985). Toward a New Sociology of Masculinity. Theory and Society, 14 (5), 551-604.

Connell, R. W. (1988). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika (C. Soydemir, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Foucault, M. (2014). Özne ve İktidar (O. Akınhay ve İ. Ergüden, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Hearn, J. (2004). From Hegemonic Masculinity to Hegemony of Men. Feminist Theory, 5 (1), 49-72.

Sanday, P. R. (2001). Male Dominance. In P. B. N. J. Smelser (Ed.), International Encyclopedia of Social & Behavioral Sciences (pp. 9143-9147). Oxford: Pergamon Press.

Şora, Ç. (2011). Özne ve İktidar İlişkileri Bağlamında Toplumsal Cinsiyetin İnşası (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Ankara Üniversitesi, Ankara.

Türk, B. (2008). Eril Tahakkümü Yeniden Düşünmek: Erkeklik Çalışmaları İçin Bir İmkân Olarak Pierre Bourdieu. Toplum ve Bilim, 112, 119-146.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 24.05.2021

 

Leave a Reply