Cavidan Soykan

Mülteci çalışmaları alanında, mülteci kadınlar üzerine söylem, uygulama ve akademik araştırmalar 1990’lara dek erkek egemen bir paradigmaya dayanmıştır. Ülkeden kaçış, mülteci statüsü kazanma, sığınılan ülkede her türlü şiddetten korunma ve ayrımcılık yasağı konularında kadın ve erkek mülteciler arasında bir ayrım yapılmamıştır (Indra 1987, 2008; Edwards, 2010). Hukuki açıdan bu durumun en açık örneği 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’nin yaptığı ‘mülteci’ tanımıdır. Tanımın orijinali İngilizcedeki erkeği işaret eden he/his ifadeleri kullanılarak yazılmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu dünya düzenine ve hakim patriyarkal sisteme uygun olarak siyasi zulüm ancak erkeklerin başına gelebilir diye düşünülmüştür. Kadınların da politik olarak aktif olabileceği ve bu nedenle şiddet ve tehdide maruz kalabilecekleri düşünülmemiştir. Sözleşme tanımında mülteci statüsü kazanmak için zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korku duymak için temel alınabilecek beş kriter (ırk, din, tabiiyet, belli bir sosyal gruba mensubiyet ve siyasi düşünce) arasında cinsiyet sayılmamıştır.

Devletin dinsel bir azınlık grubu mensubuna baskı uygulaması mültecilik sebebi olabilirken, evde cinsiyete dayalı baskı görmek olamaz. Halbuki bu baskının çok ciddi sonuçları olabilir: Fiziksel şiddet bunlardan sadece bir tanesidir (Indra, 1987: 3). Kadınların içinde yaşadıkları toplumda sadece kadın olmaktan kaynaklı zulüm görme ihtimalleri vardır. Örneğin, toplumca kabul gören belli ahlaki normlara uymamak ve bu nedenle tehdit altında olmak, hem kadınlar hem de LGBTİ+lar için cinsiyete dayalı zulüm olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca zulüm, cinsel saldırı şeklinde olabilir. Bir kadın için mülteci statüsü mülakatında dilini bilmediği bir ülkede bu durumu sığınma iddiasına dayanak olarak kurmak çok zordur. Kadınlar eşlerinin siyasi faaliyetleri hakkında bilgi edinme amacıyla devlet ve devlet dışı aktörler tarafından da şiddete maruz bırakılabilir (Johnsson, 1989: 225). 1951 Sözleşmesi taslağını hazırlayan temsilciler içinde tek bir kadının bile olmayışı, dünyada bugün hala geçerli olan bu tanımın neden erkek egemen bir dil ve içerikle yazılmış ve uygulanmakta olduğunu bize gayet iyi anlatmaktadır (Johnsson, 1989: 222).

1951 Sözleşmesi’nin uygulanması için kabul edilen Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) El Kitabı’nda da kadınlar ve kadınların özel ihtiyaçlarından bahsedilmemiştir. Sözleşme’nin yürütülmesinden sorumlu komite (ExCom), 1985 yılında 39 No’lu kadın mülteciler üzerine ilk kararını almıştır. Bu karar ile kadınların Sözleşme’deki ‘belli bir sosyal gruba mensubiyet’ kriterini uluslararası koruma başvurularına dayanak olarak gösterebilmesinin önü açılmıştır (Osaki, 1997: 13). Bunun mümkün olabilmesi de, 1976-1985 yılları arasının Birleşmiş Milletler tarafından Dünya Kadın On Yılı ilan edilmesi ve yapılan konferanslarda kadın hakları örgütlerinin bu yöndeki güçlü kampanyaları sayesindedir. ExCom 1990 yılında kadın mülteciler üzerine ilk kapsamlı planını ve sonrasında da 1991 yılında Mülteci Kadınların Korunması için İlkeleri kabul etmiştir (Kuttner, 1997: 19). 1994 yılında ise BMMYK ilk kez mültecilerin menşe ülke ve yaş verilerinin yanı sıra ‘cinsiyet’ bilgilerini de paylaşmaya başlamıştır (Osaki,  1997: 9).

1990 yılında kabul edilen BMMYK’nın kadın mülteciler politikasının üç ayağı vardır: Hukuki koruma, sığınılan ülkede fiziksel koruma ile şiddet ve sömürüye karşı kadın mültecilerin güçlendirilmesi. 2008 yılında da, 1991’deki ilkeleri güncelleyen Kadın ve Kız Çocuklarının Korunmasına Dair El Kitapçığı kabul edilmiştir (Martin, 2017: 23-24). Sonuçta tarihsel olarak gelinen nokta, 2002 yılında Cinsiyet Temelli Zulüm ve Belli Bir Sosyal Gruba Mensubiyet üzerine hazırlanan Kılavuzlar ile, Sözleşmenin cinsiyete duyarlı yorumlanması ve mülteci statüsü belirleme prosedürlerinin cinsiyet temelli iltica taleplerini de kapsayacak şekilde hazırlanması yönünde olmuştur. Avusturalya, Kanada, İngiltere başta olmak üzere, ülkeler bu konuda yönergeler yayınlamıştır.

Hukuki korumadaki gelişmeler olarak adlandırabileceğimiz ilk politika alanında hala pek çok zorluk bulunmaktadır. Çoğu cinsiyet temelli zulüm vakasında zarar devlet-dışı aktörler; aile bireyleri, silahlı gruplar, kimi zaman sosyal normlara sahip çıkan topluluk üyeleri tarafından verilmektedir ve kadınların, devletin kendilerini bu gibi durumlarda korumadığını ispatlaması gerekmektedir. Cinsel işkence mağduru bir kadın, erkek bir görevliye mülakat vermekte zorlanacaktır veya bir tecavüz mağduru ailesi tarafından susturulacaktır. 2008 El Kitapçığı bu gibi engellerin aşılıp, kadınların mülteci statüsü kazanabilmesi için devletlere ve BMMYK çalışanlarına yol göstermektedir. Örneğin tüm yetişkin aile bireyleri, asıl başvurucudan ayrı bireysel ve gizli mülakat için kayıt yaptırabilmelidir. Kadın başvurucu için kadın mülakatçı her zaman hazırda olmalıdır (Martin, 2017: 27-28).  Koruma, devletler açısından hukuki statü tanımayı aşar ve fiziksel korumayı da içerir. Bu ikinci alanda en büyük sorun sığınılan ülkede karşılaşılan cinsel ve cinsiyete dayalı şiddettir. Mülteci kadınlar kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlamak için cinsel birlikteliklere zorlanabilir; eşleri tarafından cinsel şiddete açık hale getirilebilir. Kız çocuklarının istismarı ve kaçırılması ile kamp ortamında uzun süreli yaşamaktan kaynaklanabilecek aile içi şiddet vakalarının önlenmesi de sığınılan ülkenin sorumluluklarındandır. Bu noktada en büyük sorun ise kadın ve kız çocuklarının uzun süreli olarak insani yardıma bağımlı kalmasıdır (Martin, 2017: 29-30). Üçüncü alan ise kadın mültecilerin güçlendirilmesidir. Çoğu ülkede iş piyasasına erişim ve sağlık hakkı, mülteciler için sınırlanır. Bu da kadın mültecileri evden çalışmak veya merdiven altı tabir edilen işlerde çalışmak zorunda bırakır. Çalışma izni alabilen kadın mülteciler bu defa da bakım hizmeti eksikliği ile karşılaşır; çocuklarına onlar çalışırken kim bakacaktır. Güçlendirme için doğum kontrol yöntemleri ve bunlar hakkında bilgilendirme, cinsel şiddete karşı koruma ve kadınların yaşadığı travmalar için destek sağlama ile özel ihtiyaçlarının belirlenmesi konusunda da devletin ödevleri vardır. Kız çocuklarının okula devam edebilmesi ve istismara karşı korunması da güçlendirme ayağının bir parçasıdır (Martin, 2017: 32-36).

Türkiye, ilk iltica kanunu olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu (YUKK) 1951 Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlama ile kabul etmiştir. Avrupa Konseyi üyesi olmayan bir ülkeden gelen sığınmacı bir kadın, Türkiye’de mülteci statüsü kazanamaz. Türkiye’nin şartlı mültecilik ve Suriyelilerin gelişi ile düzenlediği geçici koruma adı altında ikili bir koruma rejimi vardır. Bu ikili rejimin temel özelliği, başvuru yapmış tüm kadınlara geçici bir koruma sağlaması ve haklar tanımaktan çok ödevler yüklemesidir. İki koruma sistemini düzenleyen metin de, kadın mültecilere dair toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan veya koruma sürecinde kadınların özel ihtiyaçlarını dikkate alan hükümler içermemektedir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) ülkeye girişten itibaren haklar ve statü belirleme prosedürü anlamında bilgi sağlamadığı ve sayısal anlamda cinsiyetlendirilmiş güncel veri paylaşmadığı gibi, şiddete uğrayan kadınların nasıl şikayette bulunabilecekleri ve koruma talep edecekleri üzerine de bilgilendirme yapmamaktadır. BMMYK tarafından kabul edilen ve yukarıda aktarılan kadın mültecilere dair kılavuz ve kitapçıkların, sığınma prosedüründe, özellikle de mülteci statüsü belirleme mülakatlarında uygulanması gerekir. Ancak GİGM web sitesi incelendiğinde, ne kitapçık ve kılavuzlara ne de çevirilerine rastlanılmıştır. Türkiye’ye sığınma için gelen bir kadının bu bilgilere kolayca erişebilmesi gerekir. Bu konuda özel düzenlemeler içeren (Madde 60. Toplumsal cinsiyete dayalı iltica talepleri ve Madde 61. Geri göndermeme) ve GİGM tarafından dikkate alınması gereken İstanbul Sözleşmesi, aynı Türkiyeli kadınlara olduğu gibi, mülteci kadınlara da uygulanmamaktadır (Soykan vd., 2021).

 

Kaynakça

Edwards, A. (2010). Transitioning Gender: Feminist Engagement with International Refugee Law and Policy Refugee Survey Quarterly, 29(2), 21-45.

Johnsson, A.B. (1989). The International Protection of Women Refugees: A Summary of Principal Problems and Issues International Journal of Refugee Law, 1(2), 221-232.

Indra, D. (1987). Gender: A Key Dimension of the Refugee Experience Refuge: Canada’s Journal on Refugees , 6(3): 3-4.

Indra, D. (2008). Not a ‘Room of Ones’s Own’ Engendering Forced Migration Knowledge and Practice. D. Indra (Ed.), Engendering Forced Migration Theory and Practice içinde (1–22). Berghan Books.

Kuttner, S. (1997). Gender-related Persecution as a Basis for Refugee Status: The Emergence of an International Norm. Refuge: Canada’s Journal on Refugees, 16(4), 17-21.

Martin, S. (2017). UNHCR Policy on Refugee Women: A 25-Year Retrospective. S. Buckley-Zistel&U. Krause (Ed.), Gender, Violence, Refugees içinde (21-43). Berghahn Books.

Osaki, K. (1997). When Refugees are Women: Emergence of the Issue on the International Agenda Refuge: Canada’s Journal on Refugees, 16(4), 9-16.

Soykan, C. vd. (2021). Kadın Mülteciler ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği. Türkiye’de Katılımcı Demokrasinin Güçlendirilmesi: Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin İzlenmesi Projesi Tematik Alan Raporu, Ankara: Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği Yayını (yayın aşamasında)

 

 

Yayınlanma Tarihi: 27.08.2021

Leave a Reply