Cinsiyetçi işbölümünde karşılık bulan ataerkil bakış açısı, suç ve ceza sisteminde de kendini gösterir. Kadınların suç olarak addedilen filleri gerçekleştirmesi ve ceza infaz sistemine mahpus olarak dahil olması alışılmadık bir durum olarak görülmektedir. Nitekim geleneksel ataerkil rollere göre kadınlar suç olarak görülen fiilleri gerçekleştiremeyecek kişiler olup doğalarında kırılganlık, duygusallık, kolay incinebilirlik vardır. Her şeyden önce “kutsal anne” olarak görülen kadınların yalnızca mağdur olabileceğine dair yaygın bir algı mevcuttur. Geleneksel rollerde kadınlara aynı zamanda güvenilmezlik, değişken huyluluk, yalancılık atfedilse de suç ve ceza denklemi içerisinde edilgen konumda görülmektedirler. Yasalar tarafından suç olarak kabul edilen fiilleri işlemiş bir kadın, devlet ve toplum gözünde sadece bu suçları işlemekle kalmayıp, aynı zamanda toplumun belirlediği geleneksel kadın rolünün dışına çıkmış ve “aykırı” bir profil sergilemiş olarak değerlendirilir. Bu nedenle, diğer mahpus gruplarından farklı bir şekilde ele alınır. Kadın mahpusları “ıslah etme” anlayışı, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden şekillendirilen kadınlık normlarına uymayan kadınları, bu kalıplara yeniden dahil etmeyi amaçlar (Duman, Doğan ve Akarsu, 2019).
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün açıkladığı istatistiklere göre 1 Ekim 2024 tarihi itibariyle Türkiye hapishanelerinde tutulmakta olan 362.422 mahpustan 15.672’si, yani yüzde 4,3’ü kadınlar ve kız çocuklarından oluşmaktadır. Kadın mahpus sayısı, genel mahpus nüfusuna göre düşük olsa da son yıllarda önemli bir artış göstermektedir.
Hem kadın mahpus sayısının genel mahpus nüfusuna göre düşük olmasının hem de toplumsal cinsiyet kalıplarının yasalara ve politikalara yansımasının bir sonucu olarak cezalandırma sistemine ilişkin uygulamalarda kadınların özgül ihtiyaçları, toplumsal konumları ve öncelikleri gereği bu süreçten farklı etkilenebilecekleri gerçeği göz ardı edilmektedir (Saruç, 2013). Bunu pek çok alanda görebiliriz. İlk olarak, her ne kadar biçimsel olarak eşitlikçi görünse de yasalarda cinsiyet körlüğü hâkimdir. Türkiye’deki yasalarda kadın mahpuslara özgü düzenlemeler yalnızca “annelik” statüsü üzerinden yapılmaktadır. Bu durum toplumsal cinsiyet eşitliğinin değil, kadını aile içine hapseden ve annelik üzerinden tanımlayan anlayışın yansımasıdır (Duman, Doğan ve Akarsu, 2019).
İkinci konu, dışarıyla haberleşme meselesidir; mahpuslar, dış dünyayla aile ziyaretleri, telefon ve mektuplaşmalar ve avukat görüşleri yoluyla iletişim kurar. Suç ve ceza alanında “makul kadın” rolünün dışına çıkan kadınlar, toplum ve aileleri tarafından dışlanma, ziyaret edilmeme veya çocuklarıyla görüşememe gibi olumsuz durumlarla karşılaşabilir. Bu da kadın mahpusları yalnızlaştırmakta ve damgalamaktadır. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneğine (CİSST)[1] gelen başvurulara göre; çocuklarını göremeyen kadınlar onları tamamen kaybetme korkusu ve yoğun suçluluk gibi duygular yaşayabilmekte, ruh sağlıkları olumsuz etkilenmektedir. Dolayısıyla kadın mahpuslar yalnızca yasalara uymadıkları için değil aynı zamanda toplumun kendilerinden beklediği anne, şefkatli, eş, bakım veren gibi rollerin dışına çıktıkları için ayrıca cezalandırılmaktadır.
Üçüncü konu, ihtiyaçların karşılanmasına ilişkindir. Yakınları kendilerine destek vermeyen mahpuslar, hapiste günlük ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk yaşamaktadır. Hapishanelerde yalnızca aydınlatma elektriği ve üç öğün yemek sağlanırken; temizlik malzemeleri, cinsiyete özgü hijyen malzemeleri, çay, kahve, sigara, içme suyu, pul, telefon kartı, iç çamaşırı gibi temel ihtiyaçlar mahpusların kendi imkanlarıyla karşılanmaktadır. Dolayısıyla mahpuslar yaşamlarını idame ettirebilmek için maddi gelire ihtiyaç duymaktadır. Hapishanede bulunan kadınlar çoğunlukla yoksul kadınlardır, bireysel ve düzenli bir ekonomik gelirleri bulunmamaktadır. Bu durumda bazı kadın mahpuslar ailelerinin gönderdiği parayla, bazıları ise hapisteki çalışmalarıyla ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaktadır.
CİSST’e gelen başvurular, kadın mahpusların ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak için farklı yöntemler geliştirdiklerini göstermektedir. Bu yöntemlere, çarpıcı olması açısından, mektuplaştıkları erkek mahpuslar aracılığıyla yahut onlarla evlenerek bu ihtiyaçların karşılanması örnek verilebilir (Duman, Doğan ve Akarsu, 2019: 117). İstekleri dışında, zorunluluk ve çaresizlik duygusuyla yapıldığı takdirde, bu tür yöntemler kadınlar için çok travmatik olabilmektedir. Kendi yaşamlarını kontrol edemediklerini hissetmelerine sebep olabilmekte, toplum veya diğer mahpuslar tarafından damgalanmalarına yol açmakta yahut kadın ve erkek arasındaki eşitsiz güç dinamikleri kadının güvenlik riskini artırabilmektedir. Yine CİSST’e gelen başvurulara göre ailesi tarafından terk edilen ve çalışma imkanı da olmayan mahpuslar ihtiyaçlarını karşılayabilmek için başka mahpusların çamaşırlarını yıkayıp işlerini yapabilmektedir. Bu durum mahpuslar arasında yeni bir ezen ve ezilen ilişkisi yaratmaktadır (Duman, Doğan ve Akarsu, 2019: 115).
Siyasi mahpuslar, hapishanelerde çalışmayı sömürü olarak değerlendirmeleri sebebiyle çalışmamaktadır. Yakınları ve aileleri dışındaki kişiler tarafından onlara para yatırılması, bu mahpuslar hakkında yürütülen cezai soruşturmalara konu olabilmektedir. Dolayısıyla yakınları ve aileleri tarafından sağlanan bir gelirleri olmadığı takdirde zorlanmakta, koğuşlarında kurdukları kolektif sistem aracılığıyla ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadırlar. Ayrıca, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mahpusların çalışma hakkı bulunmamaktadır. Bürokratik sebeplerle yabancı mahpuslar da çalıştırılmayabilmektedir. LGBTİ mahpuslar ise ortak alana çıkamamakta, güvenlik gerekçesiyle hapishane içinde çalıştırılmamaktadır. Bu sebeple sözü geçen mahpuslar, ancak koğuş içerisinde yapabildikleri boncuk, el işi gibi ürünleri dışarıya gönderip satışlarının yapılması suretiyle ekonomik gelir elde edebilmektedir. Ancak bazı hapishanelerde içeriye boncuk alınmasının engellenmesi sebebiyle mahpusların bu şekilde gelir elde etmesi de imkansızlaşmaktadır.
İnfaz kanununda mahpusların çalışmasının amacı “salıverilmelerinden sonra yaşamlarını sürdürecek meslek ve sanatları öğrenmelerini sağlamak, çalışma ve üretme isteklerini geliştirmek veya güçlendirmek” olarak belirtilmiş olsa da sigortanın sınırlı olarak yapılması, meslek edindirmeye yönelik olmaması, kadınlara ataerkil bakış açısıyla kadın işleri olarak görülen işlerin yaptırılması bu iddia ile çelişmektedir. Nitekim hapiste çalışma, iş sözleşmesine dayanmamaktadır ve çalışan hükümlü ve tutukluların sigortalılık durumları, 5510 sayılı kanunun 5. maddesinin a bendine göre yalnızca iş kazası, meslek hastalığı ve analık sigortasını kapsamaktadır; sigortalılığının uzun vadeli kollarını (malullük, yaşlılık, ölüm) ise kapsamamaktadır. Hapishanelerde çalışan insanlar asgari ücretin çok altında kalan yevmiyeler almaktadır. Aynı zamanda ataerkil bakış açısına sahip olan bu sistem kadın mahpusların yaşamında özgün sonuçlar yaratmaktadır. Kadınlar, hapishanelerde de ataerkil bakışın benimsediği iş bölümü çerçevesinde mantı atölyeleri, tekstil atölyeleri, temizlik, çamaşır, yemek ve dikiş kursları gibi “kadın alanı” olarak görülen işlerde çalışmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Kadınlar ve Hapsedilme Üzerine El Kitabı (Handbook on Women and Imprisonment), kadın mahpusların iş ve eğitim konularında ayrımcılığa uğradığını vurgulamaktadır.[2] Hapishane sürecinde meslek edinme imkanı bulamayan kadınlar, tahliye sonrasında iş veya ev bulmakta zorluk çekmekte ve şiddete maruz kalma riskleri artmaktadır.
Dördüncü olarak bahsedilebilecek bir diğer sorun hapishanelerin fiziksel yapısından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar mevzuatta Türkiye’de kadınların ayrı hapishanelerde tutulması anlayışı hakim olsa da, uygulamada kadın mahpusların neredeyse yarısı erkekler için yapılmış hapishanelerin sonradan oluşturulan kadın koğuşlarında kalmaktadır. Bu hapishanelerde sayısal olarak azınlıkta kalan kadın mahpusların erkek mahpuslarla aynı zamanda bulunabilecekleri ayrı alanlar olmaması gerekçesiyle atölye, spor, kurs faaliyetleri oldukça sınırlandırılmaktadır (Duman, Doğan ve Akarsu, 2019).
Sonuç olarak, cezalandırma sistemi, kadın mahpusları toplumsal cinsiyet kalıpları içinde yeniden konumlandırmakta ve bu eşitsiz kalıpları pekiştirmektedir. Bu durum, kadınların hem toplumsal yaşamda hem de ceza adalet sisteminde maruz kaldıkları ayrımcılığı daha da derinleştirmektedir. CİSST’in 2022 yılı raporunda da politika önerisi olarak belirtildiği gibi, “Ekonomik destek ihtiyacı olan mahpus kadınlar tespit edilerek desteklenmelidir. Çalışmak isteyen tüm mahpuslara çalışma olanağı sağlanmalı, kadınlar yeteneklerine, ihtiyaçlarına ve ilgi alanlarına uygun ve meslek edinme imkânı sunan çalışma alanlarına yönlendirilmeli, bu süreçte cinsiyetçi bakış açısı terk edilmelidir.”
Kaynakça
Birleşmiş Milletler (2010). Handbook on Women and Imprisonment. New York: United Nations.
CİSST (2022). Yıllık Hapishaneler Raporu 2022. İstanbul: CİSST
Duman, E., Doğan, D. ve Akarsu, M. (2019). Türkiye’de Kadın Mahpus Olmak. İstanbul: TCPS Kitaplığı.
Koç, T. (2016). Türkiye’de İşçi Mahpus Olmak. İstanbul: TCPS Kitaplığı.
Saruç, S. (2013). Kadın Hükümlüler: Cezaevi Yaşantısı ve Tahliye Sonrası Gereksinimler (Yayınlanmamış doktora tezi). Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Madde 29.
5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, Madde 5.
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü (2024). Ceza İnfaz Kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin 1.10.2024 tarihi itibariyle yaş gruplarına göre dağılımları istatistiği. https://cte.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/7112024150030istatistik-5.pdf
[1] Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) 2006 yılında, insan hakları ihlalleri anlamında en riskli mekânlardan biri olan hapishanelerde, mahpusların hak ve özgürlüklerini korumak; haklar, koşullar ve uygulamalar bağlamında hapishanelerin uluslararası insan hakları standartlarına ve insan onuruna uygun hale getirilmesini sağlamak amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur.
[2] https://cisst.org.tr/wp-content/uploads/2020/07/CISST_UN_1_Kadinlar_0.pdf
Yayınlanma Tarihi: 14.03.2025