2006 yılında Amerikalı aktivist Tarana Burke tarafından cinsel şiddetle mücadele etmek için başlatılan, ancak esas olarak 2017 yılında viral bir hashtag ile büyüyen bir farkındalık ve dayanışma girişimi olan MeToo hareketi, cinsel taciz ve saldırının toplumun tüm kurumlarında yaygınlığını görünür kılmıştır. Bu kurumların içinde akademi de vardır. Üstelik üniversiteler, çok sayıda insanın -ve ağırlıklı olarak da genç insanların- bir arada çalıştığı, okuduğu, yaşadığı mekanlar olarak cinsel şiddetin yaşanma olasılığının yüksek olduğu kurumlardır; ancak akademik hayatın yerleşik hiyerarşik yapısı nedeniyle bu şiddetin görünür kılınması oldukça zordur (Kalem, 2021). Diğer yandan, günümüzde şiddetin fiziksel ve mekânsal sınırlarını çizmek de çok mümkün değildir. Nitekim bugün dijital şiddet adı verilen ve diğer “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet şekilleri ile aynı mevcut yapısal eşitsizliklerden ve ayrımcılıktan kaynaklanan” (Şener vd., 2019) olgu da özellikle de genç kadınların erken yaşlardan itibaren maruz bırakıldıkları ve çoğunlukla cinsel şiddet şeklinde tecrübe edilen yaygın bir şiddet türüdür. Örneğin 2018 yılında yayımlanan ve dijital ortamdaki şiddet ve nefret söylemine dair literatür taramasını içeren bir çalışmada cinsel şiddetin özellikle kadınlar ve LGBTQI+ bireylere karşı gerçekleştiği tespiti paylaşılmıştır (Henry ve Powell, 2018).
Bu durum üniversitelerde yaşanan cinsel şiddete dair bilginin artmasını, bu bilgi çerçevesinde geliştirilecek politikaların ve kurulacak mekanizmaların etkinleştirilmesini ve akademik hayatta cinsel şiddeti önlemeye yönelik farkındalığın yaygınlaştırılmasını gerekli kılmıştır. Türkiye üniversitelerinde tam da bu amaç ve hedefler doğrultusunda örgütlenen birimlere Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimleri, kısa adıyla CTS’ler denilmektedir. Bu birimlerin ortaya çıkışı ve özellikle son on yılda artan bir biçimde görünürlük kazanması esasen akademik hayatta cinsel şiddetle mücadelenin kurumsallaşması adına oldukça önemlidir. İlki 2007 yılında Sabancı Üniversitesi’nde kurulan ve hemen ardından Boğaziçi Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi birimleri ile devam eden bu kurumsallaşma süreci, bugün 20’yi aşkın üniversitede faaliyette olan birimlerin bir iletişim ve dayanışma ağı çatısında toplanmasıyla daha da sürdürülebilir bir yapıya kavuşmuştur.[1] Birimler, faaliyetleri, yapıları ve yöntemleri arasında farklılıklar olmakla birlikte, temelde cinsel şiddete uğrayan üniversite mensuplarını hem hakları konusunda ve yürütülebilecek süreçler hakkında bilgilendirirler hem de ihtiyaçları doğrultusunda psikolojik, hukuki ve idari desteğe yönlendirirler. Aynı zamanda üniversite ortamında yaşanabilecek cinsel şiddeti önlemeye yönelik farkındalık ve eğitim çalışmaları yürütmek de yine birimlerin faaliyetleri arasındadır.
Esasen CTS’lerin ortaya çıkışında olduğu gibi sayısal olarak artmasının ve gerçekleştirdikleri faaliyetlerin çeşitlenmesinin gerisinde de toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı söylem ve politikaların giderek artması ve “hegemonik erkeklik” (Connell ve Messerschmidt, 2005) üzerine kurulu bu toplumsal cinsiyet düzeninde kadına yönelik şiddetin yaygınlaşması yatmaktadır. Üstelik CTS’lerin özel olarak destek sunduğu alan olan cinsel şiddet, bu düzenin öngördüğü rollerin gerisindeki güçlü sosyo-kültürel yapı nedeniyle görünür kılınması ve bu anlamda mücadele edilmesi de en zor şiddet biçimidir (Kalem, 2021). Cinsel şiddetle mücadele etmek, her şeyden önce bu şiddeti duymak ve görmek anlamına gelir ve CTS’ler de cinsel şiddete karşı bu “sessizliğin kırılması” için çalışırlar.[2] Tam da bu nedenle bir yandan üniversite yönetimlerinin çekincelerine ve YÖK mevzuatının sınırlılıklarına diğer yandan daha geniş bir yerden siyasi iktidarın kadın hareketine ve kazanımlarına yönelik baskılarına rağmen yaklaşık 20 yıldır Türkiye akademisinde cinsiyetçilikten ve cinsel şiddetten uzak bir üniversite kurma mücadelesini yürüten bu birimlerin ortaya koyduğu irade esasen, Ahmed’in deyimiyle bir “feminist inat”tır (2018).
Bu feminist inat kurumsallaştıkça siyasi iktidarın daha da fazla hedefi haline gelmekte, üniversitelerde yapılan çalışmalar da giderek artan bir şekilde araçsallaştırılmaya çalışılan toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığının en görünür hedeflerinden biri olmaktadır. Nitekim 2015 yılında Özgecan Aslan cinayeti sonrasında YÖK tarafından kabul edilen ve üniversitelerin cinsel şiddeti önleme konusundaki yükümlülüklerini sıralayan “Yükseköğretim Kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”nin 2019 yılında YÖK’ün sayfasından kaldırılmış olması ve bu karara ilişkin medyaya yansıyan açıklamalar bu durumu ortaya koymaktadır.[3] Benzer şekilde kadın araştırma merkezlerine yönetimler eliyle atamalar yapılması, hatta yeni kurulacak merkezlerin isminde toplumsal cinsiyet ifadesinin kullanılmasının engellenmesi; yakın dönemde Dokuz Eylül Üniversitesi’nde faaliyet gösteren CTS biriminin kurucularının görevden alınması ve Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Komisyonunun fiilen etkisiz hale getirilmesi bu müdahalelerin son örnekleri olarak görülebilir.
Öte yandan tüm bu müdahaleler feminist hareketin kazanımlarının daha da yaygınlaşması sonucunu da doğurmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadele, bugün belki de hiç olmadığı kadar geniş bir tabana sahiptir. CTS’ler de akademinin salt bilgi üretmek anlamına gelmediğini ve akademik feminizmin sınırlarının aktivizme doğru genişleyebileceğini ortaya koyarak şiddetle mücadelenin farklı alanlarda yaygınlaşmasına katkı sağlarlar. Bu anlamda bugün Türkiye üniversitelerinde biriken bilgi ve deneyimin cinsel şiddete karşı politika geliştirme ve bu şiddetle mücadele etmek için gerekli mekanizmaları kurma gayretinde olan tüm sivil toplum bileşenleri ve diğer kurum ve kuruluşlar ile paylaşılması feminist sözü ve eylemi daha da genişletecektir.
Kaynakça
Kalem, S. (2021). Üniversitelerde cinsel şiddet: Deneyim ve mücadeleye dair bilmediklerimiz. Suç ve Ceza, 14(3), 457-582.
Şener, G., Dirini, İ., Temur, N., Ahi, Ş. ve Uyanık, Ş. (2019). Cinsiyetçi Dijital Şiddetle Mücadele Rehberi. İstanbul: Toplumsal Bilgi ve İletişim Derneği ve Alternatif Bilişim Derneği ( s. 6).
Henry, N. ve Powell, A. (2018). Technology-facilitated sexual violence: A literature review of empirical research. Trauma, Violence & Abuse, 19(2), 195-208.
Connell R. W. ve Messerschmidt J. W. (2005). Hegemonic masculinity: Rethinking the concept. Gender and Society, 19(6), 829-859.
Ahmed, S. (2018). Feminist Bir Yaşam Sürmek (B. Sümer Aydaş, Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
[1]Bkz. https://ctsuni.wordpress.com/hakkinda/.
[2] Zacharek, S., Dockterman, A. ve Edwards, H. S. (2017). Person of theyear 2017. Time. https://time.com/time-person-of-the-year-2017-silence-breakers/.
[3] YÖK’ten Gericilere Taviz (2019, 18 Şubat). Cumhuriyet. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yokten-gericilere-taviz-1254403.
Yayınlanma Tarihi: 10.01.2022