Pınar Selek

Bugün feminist araştırmacıların oluşturduğu zengin ve çok sesli feminist literatür sayesinde[1]  erkek egemenliğinin kuruluşundaki örgütlü şiddet öğesini hesaba katarak, militarizm ve ataerki arasındaki geleneksel bağları çözümleyebiliyoruz. Militarizmi toplumsal bir süreç olarak ele alarak,[2] ev içi şiddetle örgütlü şiddet arasındaki ilişkiler zincirini ve şiddetin kurumsallaşmasında rol oynayan karmaşık mekanizmaları hesaba katabiliyoruz.

Militarizm, milliyetçilik ve erkekliğin farklı bağlamlardaki etkileşimini sorguladığımız ölçüde,  cins kimliklerine atfedilen anlamların ve işaretlerin farklı toplumsal gruplar arasındaki güç savaşlarında nasıl kaynak olarak kullanıldığını, örneğin tecavüzün savaş aracına dönüşmesinin, ulusların kuruluş ve tanımlanma dönemlerinde onur, şeref gibi kavramların, cinsiyet göndermeleri etrafında dolaşıma girmesinin nedenlerini ortaya koyabiliyoruz.[3] Savaşların ekonomik ve politik çıkarlarla ilgili nedenlerini görmekten ileriye giderek, bunların nasıl mümkün olduğunu, toplumları nasıl harekete geçirdiğini anlayabiliyoruz.

Türkiye feminist hareketinin kısa ama kocaman tarihi bu analizlere ışık tutmakla kalmıyor, feminist mücadelenin militarizmle hesaplaştığı zaman nasıl geleneksel muhalefet repertuarını kökünden sarsabildiğini gösteriyor. Hannah Arendt’in ifadesiyle “yeni bir süreç”[4] başlatabilecek ölçüde hem de.

Okuduğunuz makale söz konusu tarihin bugüne yönelik açtığı perspektifleri sorguluyor.

Seksenli yıllardaki filizlenmesinden itibaren, Türkiye feminist hareketi kadın-erkek eşitliği mücadelesinin ötesine geçerek kendini devletin ve sol hareketin hakim kıldığı milliyetçi ve militarist patriarkayla boğuşurken buldu. “Ulusun” ya da “halkın” çıkarlarına göre kurgulanmış olan “kadın kurtuluşu”nu ve buna bağlı sosyal düzenleri sorun edince, feminist hareket Türkiye’de ulus-devlet yapılanması açısından görülmemiş ve beklenmedik bir çatışma dinamiği haline geldi.

Seksen askeri darbesinin en karanlık, en korkutucu günlerinde, betondan fırlayan bir çiçek gibi kendini yaratan feminist hareket, feminizmin örgütlü tarihinin aslında on dokuzuncu yüzyılda başladığını göstererek unutulan, görünmez kılınan bu mücadelenin zengin deneyimlerini bugüne taşıdı.[5] Bu sayede, ulusal kuruluş kasırgasında Ermeni, Yunan, Arap, Yahudi, Kürt yoldaşlarını yitirdikten sonra bir avuç kalan, ama ‘kararlılıkla mücadeleye devam’ diyerek İlerici Kadınlar Partisi’ni kuran kadınların nasıl engellendiğini, dışlandığını ve görünmezleştirildiğini öğrendik.

Feminist mücadele bu bilinçle başladı. Türkiye modernleşme sürecinin milliyetçi ve militarist yapısının patriarkal karakterinin adını koyarak.  Kadınları “modern devletin” vitrini yapan, ama onların hiçbir bağımsız girişimine geçit vermeyen, öncü kadınları dışlayan, diğerlerini evlatlıklaştıran rejimin “güvenlikçi meta-ideoloji”[6] ekseninde cinsiyetler arası iş bölümünü nasıl düzenlediğini, kadın, erkek, aile ve devlet ilişkilerinin ulusal ihtiyaçlara göre hangi mekanizmalarla şekillendiğini, militarist ve milliyetçi çerçevenin patriarkal yapıyı nasıl yeniden ürettiğini çözümleyerek. Kadınlara şaşırtıcı bir cömertlikle sunulan sosyal, ekonomik ve politik hakların avantajlarını görmezden gelmeden, ama militarist çarktan kısa saçları, tayyörleri ve diplomalarıyla yeni otoritenin yeni misyonerleri olarak çıkan kadınların ekonomik, sosyal ve politik varlıklarının, erkekler tarafından şekillenmiş bir kimlik etrafında gerçekleştiğini göstererek.[7] Özgürlük olmadan tam eşitlik olmaz diyerek.

Türkiye feminist hareketinin betonu çatlatarak boy vermesi, aynı zamanda sistem karşıtı muhalefetle de hesaplaşması, yani sosyal mücadeleler alanının ataerkil ve militarist repertuarını yapı bozumuna uğratması sonucu gerçekleşti. Bu hesaplaşma sadece, altmışlı yıllardan itibaren tüm sosyal davaları monopolleştiren sol hareketin Marksist Leninist Maoist Troçkist “kadın sorunu” tanımlamasına yönelik olmadı; feminist bilinçlenme solun öne çıkardığı “devrimci kadın” modelinin “cumhuriyetçi kadın” modelinden bayrağı devralışının arkasındaki militarist mekanizmaları eleştirerek gelişti. Militarizmin içinden özgürlük çıkmaz diyerek. Kadın kurtuluşunun anti-militarist temellerini yaratarak. Hem de politik ve sosyal hayata şiddetin şekil verdiği bir ortamda. Yani Türkiye feminist hareketi, hâkim kurtuluş söyleminin kutsallığıyla boğuşarak ve iktidar odaklı örgütlenme, mücadele ve eylem tarzlarını eleştirerek yeni bir mücadele döngüsünün öncülerinden biri haline geldi. LGBTİ+, ekolojist, anarşist, anti-militarist hareketler bu döngünün diğer aktörleri oldular.

Özellikle anti-militarist çıkış, anarşist felsefeden beslenerek “radikal bir özgürlük tutumu” olarak tanımladığı anti-militarizmin adını koydu ve feminist hareketin başlattığı eleştiriyi geliştirdi: Şiddetin kurumsallaşmış hali olan iktidara, gündelik yaşama yayılmış şiddetin örgütlenip sistematikleşmesine, ordulaşmasına, devletleşmesine yönelik ret çıkışını başlattı. Devlet aşılmadan, anti-militarist bir hat çizilmeden yapılacak her çalışmanın iktidarı yeniden ürettiğini anlatarak, sadece feminist hareketin söylemini güçlendirmekle kalmadı, yeni muhalefet repertuarının yazılmasında önemli bir rol oynadı. Ve bunu cılız örgütsel yapısına rağmen yaptı; o zamana kadar şiddetle bütünleşmiş olan cesaret kavramını, iktidara odaklanmış politika terimini alışılmadık eylem biçimleriyle yeniden tanımladı.

1980’i «politik habitüs’ü değiştiren bir sıfır yıl» olarak tanımlayan Gilles Dorronsoro’nun vurguladığı gibi,[8] bu tarihten itibaren toplumsal mücadeleler alanında ideolojik, örgütsel ve politik monopol yapıbozumuna uğradı. Kürt hareketinin kitleselleşmesi, sol hareketin yaralarının sarıp toparlanması işte bu yenilenme sürecinde gerçekleşti; kurumsallaşan baskı ortamı, gerilimlere rağmen, sürekli bir ittifakı zorunlu kıldığı için, örgütler arasındaki etkileşim, büyük bir kısmında çatışmalarla birlikte dönüşümlere neden oldu. Sosyal hareketlerin, sadece siyasal koşullar tarafından belirlenmediğini, en imkansız görünen şartlarda bile mucizeler yaratma imkanlarının olduğunu gösterircesine.

1980’lerden itibaren toplumsal mücadeleler alanında politik sorunların çeşitlenmesi ve otorite karşıtlığının öne çıkmasıyla yaşanan etkileşimler, çatışmalar, dönüşmeler ne yazık ki sadece Türkiye’de değil, küresel düzeyde de zayıflamış görünüyor. Hem de sermayenin tekelleştiği, toprakların, doğal ve toplumsal kaynakların irili ufaklı silahlı adamlar arasında yeniden paylaşıldığı, savaşın kayganlaşarak süreklileştiği koşullarda. Özgürlüklerin, tarihin hiçbir evresinde görülmeyecek bir biçimde sınırlandığı, toplumsal iktidarların daha derin, daha bilimsel, daha ince yöntemlerle, denetimi ve yönlendirmeyi sağlayabildiği bu dönemde. Rafa kaldırılmış geleneksel sembollerin ortaya serildiği, erkeklerin silahlandığı, kadınların servis işlerine sevk edildiği, toplumun kolayca seferber edilip disiplin altına alındığı günlerde. Liberal ekonominin geleneksel iş bölümünü yeniden kurduğu, yeni muhafazakarlığın kadınlara, sosyal ve sembolik olarak, “yeni” geleneksel roller biçtiği, en temel haklarını bile geri almaya çalıştığı bir dönemde. Yani feminist hareketin tüm kazanımlarına rağmen erkeklerin kadınlar üzerindeki baskı ve sömürüsünün yeniden yapılandığı bir süreçte.

Bu nedenle tam da şimdi, kamusal otoritenin sosyal otoriteyle bütünleşme noktalarını çözümlemek, her türlü sömürgeciliğe, egemenlik sistemine hizmet eden tüm kutsallıklara karşı durmak zamanı. Sadece karşı durmak değil, bu ahtapottan kurtulmak için dünyada ve Türkiye’de feminist hareketin anti-militaristleşmesine, anti-militarist hareketin feministleşmesine ihtiyaç var. Şiddeti kökünden kavrayacak bir analiz gücünü ve egemenliğe karşı özgür duruşun şaşırtıcı deneyimlerine sahip olan feminist mücadelenin anti-militarist temellerini güncelleyebilirsek, patriarkal militarizmin zihniyetiyle, politikalarıyla, toplumsal-siyasal dayanaklarıyla baş edebiliriz.

Bu iki hareket seksenlerin Türkiye’sinde betonları mucize gibi yıkıp fışkırabildiler. O günden bu güne kırk yıl, kırk bin deneyim, kırk milyon analiz birikti. Sadece ortak aklımız güçlenmedi, aynı zamanda, deneyimlerimiz, taktik bilgimiz, ilişkilerimiz, dokunabildiğimiz alanlar çoğaldı. Daha çok araca, deneyime, düşünce ve eylem alanına sahibiz. Tutarlı, radikal ve kapsamlı bir özgürlük savunusunun ütopyalarımızı zenginleştireceğini, yaratıcılığımızı bine katlayacağını biliyoruz. Yeni süreçler yaratarak. Yaratmazsak değiştiremeyiz. Yaratmazsak kurtulamayız. Betonları yaratıcılıktan aldığımız güçle parçalayabilir, seksenlerde fışkıran çiçekleri çoğaltabiliriz.

Politik alandaki şiddete rağmen, hayatı kökünden çoğaltabiliriz.

Denemeye değer. Çünkü dünyanın hali korkunç. Ve özgürlük çok güzel…

 

Kaynakça

[1] Michel, A. (2012). Féminisme et Anti Militarisme. Paris: İxe; Cockburn, C. (2009). Buradan Baktığımızda (F. Özen, Çev.). İstanbul: Metis; Cockburn, C. (2004). Mesafeyi Aşmak (E. Kılıç, Çev.). İstanbul: İletişim; Sünbüloğlu, N. Y. (Der.) (2013). Erkek Millet Asker Millet: Türkiye’de Militarizm, Milliyetçilik ve Erkek(lik)ler. İstanbul: İletişim.

[2] Enloe, C. (2001). Manevralar (S. Çağlayan, Çev.). İstanbul: İletişim; Enloe, E. (2003). Muzlar, Plajlar ve Askeri Üsler (B. Kurt ve E. Aydın, Çev.). İstanbul: Çitlembik.

[3] Cynthia Enloe’nun dediği gibi, “milliyetçilik tipik olarak erkekleştirilmiş hafızadan, erkekleştirilmiş aşağılanmadan ve erkekleştirilmiş umutlardan doğmuştur”. (Altınay, A. (2000). Vatan Millet Kadınlar. İstanbul: İletişim, s. 39.)

[4]   Arendt, H. (1995). Qu’est-ce que la politique ? Paris: Seuil.

[5]  Çakır, S. (1996). Osmanlı’da Kadın Hareketi. İstanbul: Metis; Şimşek, L. (2007). Türkiye’de Feminist Hareketin Kısa Tarihçesi. B. Kum, F. Gülçiçek, P. Selek (Haz.), Özgürlüğü Ararken içinde (s. 14-18). İstanbul: Amargi; Tekeli, Ş. (2005). Les femmes: le genre mal-aimé de la république. S. Vaner (Der.), La Turquie içinde. 251-281. Paris: Fayard. Berktay, F. (2015). Tarihin Cinsiyeti. İstanbul: Metis; Demirdirek, A. (2016). Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Hikayesi. Ankara: Ayizi.

[6]  Dorronsoro, G. (2005). la Turquie conteste, Paris: CNRS.

[7]  Kandiyoti, D. (2001). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar (Ş. Tekeli vd., Çev.). İstanbul: Metis.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 02.07.2021

 

Leave a Reply