Müge Yetener

Yaşamımızın üçte birini içinde geçiriyor olduğumuz halde, menopoz[1] hakkında bildiklerimiz birçok konudaki bilgimizden çok daha az. Sosyokültürel olarak bile üzerinde derinlemesine neredeyse konuşulmayan bu konunun bilimsel cephesi de oldukça sisli. Yaygın bakış menopozun “doğal” ve teslim olunması gereken bir süreç olarak kabul edilmesi yönünde. Tıp çevrelerinde bile bu böyle. Menopozun bir hastalık ve etiket olarak ele alınmasıyla, “yaşanması gerekli bir süreç” olarak değerlendirilmesi arasında salınan görüşleri hem bilimsel hem feminist bir bakışla yeniden ele almak gerekli görünüyor. Menopoz hormonal dengenin bozulmasıyla ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal bir süreç olduğu kadar, kadınların kendi bedenlerini tanıyıp sağlıklı ilişki kurmaları gereken de bir süreç şüphesiz. Kültürel olarak menopozun kadınlığın sonu olduğu ve cinsel arzunun azaldığına dair çok sayıda mit var. Şüphesiz bu dönemde aynı zamanda kadınların kendi hayatlarına dair önemli sosyal değişikliklerin de yaşanıyor olması menopoz dönemini kompleks hale getiriyor. Hayatın bu döneminde emekli olmak, partner ayrılığı / ölümü, çocukların evden ayrılması, yalnızlık duyguları, sosyal hayattan çekilme gibi sonuçlar hormonal değişiklerle bir arada yürüyor. Bu bağlamda depresyon, cinsel arzunun azalması pekala sosyal faktörlerden de etkilenebilen bir durum ve bir yazgı değil elbette.

Vücudumuzun temel östrojen ve progesteron kaynağı yumurtalıklardır. 40’lı yaşlardan itibaren kadınlarda yumurtlamanın azalmasına bağlı adet kanamalarının düzensizleşmesi, psikolojik değişiklikler, uyku bozuklukları ve gerginlik ortaya çıkmaya başlar. Bu döneme perimenopoz denir. Bu dönemde kadınlar daha önce azalmaya başlayan progesteron nedeniyle östrojen baskısı/baskınlığı altındadır. 50’li yaşlarda yumurtalıklar hormon üretmeyi bırakırlar. 40 yaşından önce adetlerin kesilmesi ise erken menopoz olarak adlandırılır. Genetik faktörler kadar çevre kirliliği, sigara içmek, çok zayıf olmak gibi etkileyen faktörler vardır  (Atasoy, 2019).

Bir yıl boyunca adet görmemek menopoz olarak adlandırılır. Bunun sonucunda kadınlarda, başta ateş basmaları, terleme, çarpıntı olmak üzere, uykusuzluk, sinirlilik, depresyon, unutkanlık, halsizlik, cinsel istekte azalma, cinsel organlarda atrofi, kuruluk, ağrılı ilişki, kilo alma ve kilo vermede zorluk, idrar kaçırmaya kadar varan üriner sistem sorunları ortaya çıkabilir. Menopoz kadınlar için doğurabilme olanağının sonu olmakla birlikte, bundan çok daha önemli bir sorun, yaşam kalitesindeki ve yaşam süresindeki azalma ile kronik hastalıklara (kalp-damar hastalıkları, kemik erimesi, kırıklar, zihinsel performansın bozulması, alzheimer sıklığında artma, cildin esnekliğini ve su içeriğini kaybetmesi, psikolojik sorunlar) yatkın hale gelinmesidir. Toplumdaki yaygın bakışla menopoz, yaşlanmanın doğal sonucu kabul ediliyor; oysa menopozla hormonların düşmesi, yaşlanmanın sonucu değil nedeni… Yaşam süresindeki artış ile birlikte günümüzde kadınların menopozda geçirdikleri süre de artıyor. Kadınlar artık hayatlarının üçte birini menopozda geçiriyorlar. Patriarkal bakış nedeniyle kadınların esas görevinin doğurmak olduğu yargısı hakim. Menopozun sadece doğurmanın sonlanması olarak değerlendirilmesi ve ilaç sektörünün yönlendirmesiyle tıbbın her alanda önleyici olmaktan çok tedavi edici niteliğe bürünmesi, menopozla gelen sağlık sorunlarının da yok sayılmasına neden oluyor. Tıp endüstrisi, ortaya çıkan hormonal düzensizlikleri gidermek ve hormon replasman tedavisi ile kadınların kronik hastalıklara yakalanmalarını önlemek yerine, menopozla ortaya çıkan kalp damar hastalıkları, kemik erimesi ve diğer kronik hastalıkları, ayrı ayrı ilaçlarla tedavi etmeye çalışmayı daha kârlı buluyor.

Cinsiyet hormonlarının görevi yaygın kabulde olduğu gibi sadece üreme ve cinsiyet değil. Hem östrojen hem de progesteron, hamilelik dışında beyinden kalbe, sinir sisteminden kemiklere kadar her dokuda görev alıyorlar. Östrojenin hücre çoğalmasını teşvik eden rolü progesteron tarafından dengeleniyor ve dizginleniyor. Yani bu iki hormon bir denge içinde bir arada çalışıyorlar. Hem beyin hem de periferik sinir sistemi östrojen ve progesteron reseptörleri içeriyor. Kadınlarda seks hormonlarının inme, migren, epilepsi, alzheimer, multipl skleroz, parkinson gibi hastalıkların ve sinir sisteminde bazı tümörlerin gelişim ve seyrinde etkili olduğu biliniyor. Kadınlarda, östrojenin damar hastalıklardan koruyucu rolü bulunuyor. Damar sertliğini azaltıcı, kan damarlarını genişletici, pıhtılaşmadan koruyucu, antienflamatuar ve antioksidan etkisi ve progesteronun da beyni travmadan koruyucu özellikleri olduğu biliniyor (Atasoy, 2019; Kaplan, 2006).

Sadece menopozda değil aslında yaşamın tüm evrelerinde sağlıklı olmak; doğru yiyecek seçimleri, egzersiz, sağlıklı bir uyku ve stresle başa çıkma yöntemleriyle bağlantılı. Elbette bunlar menopoz için de gerekli. Ancak menopozda yapabileceğimiz belki de en önemli ve sonuç değiştirecek şey, vücuttan kaybolan hormonların tıpkı troid çalışmadığında veya diyabet hastalığında yapıldığı gibi biyoeşdeğer hormonlarla (vücudumuzda bulunan hormonlarla molekül olarak aynı / doğal hormonlar) yerine konması ve bozulan hormonal dengenin yeniden düzenlenmesidir. Bir erkekte bulunan östrojen (25-50 pg / dl ) menopozdaki bir kadından (3-5 pg / ml) 5-10 kat fazladır. Kadınların hayatlarının çoğunu bu değerlerin 100 katına varan miktarlarda hormonlarla geçirdiği düşünüldüğünde, uzunca bir hayat dönemini eksilen hormonların ve bozulan hormonal dengenin neden olduğu kronik hastalıklarla geçirmek, istenmeyen bir durum olmalı. Günümüze kadar uzun süredir hormon replasman tedavisinin (HRT) önündeki en büyük engel, “hormonların kansere neden olduğu” konusundaki indirgemeci ve büyük oranda yanlış görüşlerdir (Atasoy, 2019; Mansberg, 2006).

Menopozda hormon replasman tedavisinin başlangıcı, Amerikalı bir doktor olan Robert Wilson tarafından yazılan ve 1966’da yayınlanan Feminine Forever kitabına dayanıyor. Kitap, kadınlara “sonsuza dek çekici kalmaları için” hormon almaya başlamalarını öneriyor (Atasoy, 2019; Yetener, 2018).  Önerilen hormon ise biyoeşdeğer olmaktan uzak bir hormonumsu. Son derece cinsiyetçi bir dille ve ticari kaygılarla yazılmış olan bu kitaptan sonra 1975’e gelindiğinde, kadınlar için hormon replasmanını korkulu bir rüya haline getiren ünlü Women’s Health Initiative (WHI) araştırması planlandı. Bu araştırma baştan sona hatalı planlanması yanında, sonuçları da alelacele ve irdelenmeden açıklandı. Binlerce kadına progesteron olmadan sadece östrojen verildiği için rahim kanserleri oluştu. Doğanın işleyişini taklit etmek akla geldiğinde ise biyoeşdeğer progesteron yerine hormonumsu sentetik progestinler kullanıldı. Menopoz süreleri ve kadınların yaşları düşünülmeden ileri yaşlardaki kadınlara da bu hormonumsular başlandı. Bu yaş grupları ayrı ayrı değerlendirilmediler. Araştırmada HRT ye yeni başlatılan kadınların ortalama yaşı 63 idi. Katılan kadınların yüzde 25’i ise 70 yaşın üstündeydi. Kadınlara rastgele biçimde HRT ya da plasebo verildi. HRT alan kadınların üçte ikisi 60 ila 79 yaş arasındaydı. Araştırma gerçekten de plasebo alan gruba oranla, sentetik hormonumsuların kullanıldığı yaşı daha büyük gruptaki kadınlarda meme kanseri riskinin yüzde 26 arttığını gösterdi. Bunun rakamsal karşılığı ise şöyleydi: Yılda HRT kullanan her 10.000 kadından 38’i meme kanseri olurken plasebo kullanan her 10.000 kadından 30’u oluyordu. Bu araştırmada bile HRT ile ilişkilendirilmiş meme kanseri riski, her gece bir kadeh şarap içmekten biraz daha yüksek, ama iki kadeh içmekten daha az çıkmıştı. Bu kadar gelişigüzel ve hatalarla dolu planlanmış WHI çalışmasında bile hormon kullanmış olan kadınlar günümüze dek, yani 18 yıl boyunca izlendiklerinde ve plasebo alanlarla karşılaştırıldığında, 50-59 yaş aralığında HRT gören kadınlarda daha az sayıda kanser görüldüğü, tüm nedenlerden ölümlerin, kalp damar hastalıklarının artmadığı anlaşıldı. Bu gözlem, 2017 Eylül’de JAMA dergisinde bir tekzip olarak yayınlandı (Atasoy, 2019; Mansberg, 2006).

Günümüze kadar yapılan birçok araştırma da bunu doğrular nitelikte olduğu halde, yaratılmış olan korku hem milyonlarca kadının hormon desteğinden mahrum kalmasına hem de hekimlerin hormon tedavisini yönetme becerilerini geliştirememelerine yol açtı, açıyor. Tüm ön yargılar gibi bu da öylesine güçlü ki, meme kanseri oluşturabilecek birçok mekanizma varken (çevre kirliliği, pestisitler, kimyasallar, stres, uyku ve beslenme bozuklukları ve östrojenlerin kötü yolla metabolize olmaları) ve çoğu önlenebilecekken, oluşabilecek bir kanserin hormon replasmanına bağlanabileceği korkusu hekimlerin de elini bağlıyor.[1] Bu yargıyı aşmış hekimler ve kadınlar olsa da, bu kez biyoeşdeğer hormonlara ülkemizde ulaşma zorluğu bir diğer önemli sorun. Patent baskısı uygulanamayan tüm doğal ilaçlar gibi, biyoeşdeğer hormonlar da ilaç firmaları açısından yeterince kârlı değil. Bu noktada, biyoeşdeğer hormon talebi bir kadın sağlığı hakkı ve feminist bir talep olarak önümüzde duruyor. Şüphesiz her kadının kendi bedeni hakkında karar vermek için bilgilenme hakkı talebi gibi. Her kadın, menopoz ve hormon replasmanı hakkında bilgilendikten sonra kendi bedeni ve hayatını nasıl yaşayacağı hakkındaki kararları kendisi vermekte özgür olmalıdır. Bu ise bilgilenme ve biyoeşdeğer hormonlara kolayca ulaşabilir olmakla mümkündür.

 

Kaynakça

Atasoy, M. (2019). Hormon: Menopoz Öncesi- Sonrası. İstanbul: Destek Yayınları.

Yetener, M. (2018). Erkekler menopoza girseydi… ya da kadınların biyoeşdeğer hormon kullanma hakları. Çatlak Zemin. https://catlakzemin.com/erkekler-menopoza-girseydi-ya-da-kadinlarin-biyoesdeger-hormon-kullanma-haklari/

Mansberg G. (2020). Menopoz miti: Şeytanlaştırılmış HRT’nin geri dönüşü (D. İnal, Çev.). Çatlak Zemin. https://catlakzemin.com/menopoz-miti-seytanlastirilmis-hrtnin-geri-donusu/

Kaplan, Y. (2006). Menopoz ve Nörolojik Hastalıklar. Türk Nöroloji Dergisi, 12 (6), 425-438.

 

[1] Bu yazı cis kadınların menopoz deneyimlerinden hareketle yazılmıştır. Yazı menopoz deneyimi ile kadınlık deneyimi arasında zorunlu bir ilişki kurmamaktadır. Yani, yazı menopozu yalnızca kadınların zorunlu olarak deneyimlediği ya da deneyimleyeceği bir aşama olarak ele almıyor. Menopoz sürecini deneyimlemeyen quir, non-binary, trans özneler de vardır. Ancak trans ve quir, non-binary bireylerin deneyimlerini haiz olmadığım için menopozu onların deneyimlerini de kapsayacak şekilde ele alamadım. Yazı bu yönüyle eksik kalmıştır.

 

 

Yayınlanma Tarihi: 15.21.2021

 

Leave a Reply